ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TEFEKKÜR / İNSAN VE TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 2398
Yazar: Ahmet Selim
YOKLUK İÇİNDE YAPMADIĞIMIZ HATÂLARI VARLIK İÇİNDE YAPMAK



Bir gaflet penceresinin nasıl açıldığını biraz izah etmeye çalışacağım.

İslâm'da ticaret elbette ki meşrudur ve kâr payı açısından da liberal sayılabilen bir cevaz uygulamasının var olduğu da söylenebilir. Yani bir Müslüman çok kazanmaya çalışabilir. Esasen ekonomi, ihtiyaçların karşılanması esasında kendi tanımını bulduğu için; çok kazanmak insanların ihtiyaçlarını karşılamak yolunda yeni imkânlar oluşturmak anlamıyla güzeldir de.

 Ama başka bir durum var.

 Bir Buharî hadisinde hırs ile kazanmanın meymenetsizlik getireceğine işaret olunur. Hırs, bir nefsanî tutkudur. Daha da çok kazanmak, daha rahat, daha konforlu, daha lüks yaşamak, nefsini ve ailesini daha zengin, daha ferah, daha gösterişli imkânlara kavuşturmak için hırsla uğraşıp durmak; hoş bir hal değildir.

 Öyleleri var ki, hep çok kazanmayı düşünüyor. Çok zengin biri olduğu halde yüksek kâr paylarını uygulamaya devam ediyor. Hiçbir işinde, "burada daha az kazansam da olur" parantezi açmıyor. Mesele bir müteahhit ise, bazı hallerde daha az kâr ederek birilerini ev sahibi etmeyi düşünmüyor. Bir uzman ise, "bundan daha az alayım, yahut hiç almayayım" demiyor. Kendisine göre o zekât verip bazı yardımlarda bulunuyordur ama; onun dışında, "azamî kâr ve kazanç" peşinde koşmaktan asla geri kalmamaktadır. Adeta "ben verilmesi gerekeni veriyorum, onun dışında hep alırım ve en fazlasını alırım" der gibidir!

 Böyle bir tabloda insan kendini aldatmadan huzurlu olamaz. İşte o "kendini aldatma" haline de gaflet denir.

 Dünya nimeti iyidir, manevi zenginlik içinde yaşamanın da dünya nimeti ihtiyaçlarıyla ilgili yönleri vardır. Bunların hepsi tamam; ama sınırların ve ölçülerin aşıldığı çok yerler var, çok.

 Bu dünya, binbir çeşit mahrumiyet ve dert içinde yaşayan insanlarla dolu. Hatta, bakmayı bilirsek, etrafımız da öyle insanlarla dolu. Böyle bir dünyada mubahların da bazı limitleri olmalı değil midir? Yüksek matematik hesabı yapar gibi asgari mükellefiyetleri halletme faslını tamamlayıp "tutmayın beni şimdi!" hırsını şahlandırmak, sorumluluk şuuruyla bağdaşır mı?

 Tasavvuf meşrepli bir amcamız vardı. Hem iğneli hem esprili konuşurdu. Yine tasavvuf meşrepli önemli bir arkadaşıyla sohbet ederken ona şöyle hitap ettiğini anlatırdı: "Yahu Cemal! Altımızda son model arabalar, evlerimiz saray yavrusu, servet içinde yüzüyoruz. Biz cennete bir şey bırakmadık ki! Aldık alacağımızı bu dünyada!"

 Öyle lâtifeler vardır ki, en ciddi ihtarları seslendirir. "Dün yokluk içinde yapmadığımız hataları bugün varlık içinde yapıyoruz, neden? Bu bir gaflet sarhoşluğu değilse nedir? Bir yoklayalım kendimizi." Böyle konuşurdu o derviş amcamız.

 İşte hassas nokta buradadır: Acaba bu maddî zenginleşme bir manevî kayba yol açıyor mu açmıyor mu? Tarihçiler diyor ki: Maddî zenginleşme ve ilerleme, manevî-fikrî yozlaşmalarla birlikte yürümüştür. Osmanlı'da da böyle olmuştu, daha önceki örneklerde de. Ve bireysel plan, tarih planından çok farklı değildir. Dengeyi kuramaz ve koruyamazsanız, ters orantı kaymaları başlar. Yeri gelmişken bir parantez açayım: Osmanlı'nın duraklama ve gerileme sebeplerini, daha önceki döneminde arayacaksınız. Sonuçları hikâye etmekle sebepleri tahlil etmek birbirinden çok farklı şeylerdir. İslâm dünyasının bugünkü ıstırapları da dünkü hataların sonucudur; ama o hatalara ilişilemiyor.

 ... Doğru düşünmeye başlamadan, hiç kimse doğru yaşamaya başlayamaz. Doğru düşünme gayretinden, rikkatinden, emeğinden sürekliliğinden uzaklaşınca; doğru yaşamaktan da uzaklaşırsınız. Ekonomi iyiye gidiyor gibidir ama, biz iyiye gitmiyoruz. Bu paradoksun makası daha fazla açılırsa, ekonomi de teklemeye başlar. Makasın tahammül edilebilir açıklığı bir mehilden ibarettir. O mehil bitince, sebep-sonuç ilişkisi can yakmaya başlar.

NOT: Vurgular bize âittir. (Doğruluş)

Yazar: Ahmet Selim
27-07-09
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
YOKLUK İÇİNDE YAPMADIĞIMIZ HATÂLARI VARLIK İÇİNDE YAPMAK
Online Kişi: 15
Bu Gün: 205 || Bu Ay: 4.013 || Toplam Ziyaretçi: 2.233.725 || Toplam Tıklanma: 52.281.933