ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TASAVVUF
Okunma Sayısı: 2383
Yazar: Cemile Bayraktar
ŞU KIRILMA ANLARINDA TASAVVUF AHLÂKINA MUHTÂCIZ

ŞU KIRILMA ANLARINDA TASAVVUF AHLÂKINA MUHTÂCIZTasavvuf tartışmaları, tasavvuf tarihi, tasavvuf ahlâkı

Başlık biraz iddialı, farkındayım. Elbet bir köşe yazısında, tüm başlığın hakkını vermek pek mümkün görünmüyor ancak elimden geldiğince, katkı sunmak adına kendi zaviyemden mevzuya dair birkaç şey söylemek isterim.

İnsan okudukça bir şeyler öğrendiği kadar, neler bilmediğini de öğreniyor. Yaklaşık bir yıl boyunca akademik düzeyde “Tasavvuf Dersi” almama rağmen, konuya dair bildiklerim zerreyi aşmıyor.

İlâhiyatlar ve İlâhiyatçılar genellikle İslâm Düşüncesi'nin akılcı yorumunu va'z ettikleri gerekçesiyle itham edilirler. Buraya ciddi itirazım var zira burada ciddi bir haksızlık yapılıyor, bunu yapanlar hakka giriyor… Örneğin, modern ve akılcı bir meşreple yaklaştığım İslâmi İlimler konularına, ilâhiyat eğitimimin etkisiyle bakış açım oldukça değişti. Özellikle İslami İlimler okumalarının modernist ve akılcı yorumlama merakına ilmi derinlikteki itirazları, bununla birlikte yaşadığım manevi tecrübeler sonucunda, konunun ilâhiyatçılarca tahrip edildiği yaftası oldukça hatalı diye düşünüyorum.

Dünyanın neresine giderseniz gidin, bir konuda liyâkat sahibi olmayan kimselerin, meşru olmayan zeminlerde, uzmanlık gerektiren konularda yorum yapamayacağını görürsünüz. Ancak Türkiye özelinde, mevzu din/İslâm olunca maalesef atış serbest. Derinlikli ilmi konuları, konuyla ilgili bilgisi, samimiyeti, hayreti olmayan televizyon kanallarında, liyâkât sahibi olmayan kişilerce, magazinsel figürler ile, karikatürize edilmiş kişiler ile, dinin murat ettiği şeyi ıskalayarak, reyting canavarına kurban vererek, düşmanca bir üslup ile tartışma ahlâkını kaybedenlerce sulandırılmasından oldukça rahatsızım. Hayır! İlmin konuşulmasını, konuşulacak ortamı kendi tasarrufum altına almıyorum, ilmin tebliğinin değersizleştirilmesine, manevi bir konunun metalaştırılmasına, alınıp/satılacak bir nesne haline dönüştürülmesine itiraz ediyorum.

Gelelim asıl mevzumuza…

Mevzu tasavvuf olunca görüş bol… Hatta tasavvuf/sufi kelimelerinin kökenleri konusunda bile onlarca iddia var; sûfilerin yünlü giymeleri nedeniyle, “sûf/yün” anlamı verenler olduğu gibi, Yunanca filozof manasına gelen “sofia”dan geldiğini söyleyenler var. Şüphesiz bu tanımlar, tasavvufun kaynağı nedir, İslâm Düşüncesi içerisindeki meşruluğu nedir tartışmalarıyla da bağlantılı.

Tasavvuf ehli, kendisini ifade ederken Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali kanalıyla, Hz. Muhammed (SAV)'e dayandırıyor. Tasavvufa eleştiri getirenler ise, tasavvufu daha çok mistik dinler, Eski Doğu Dinleri ile ilişkilendirip, sonradan olma bid'at olarak değerlendiriyor.

Tasavvuf tarihine şöyle bir baktığımızda, henüz tarîkâtler oluşmadan zâhidlerin, zühd hayatı yaşayan sahabenin ve hatta tüm peygamberlerin münzevi hayatının ilk örnekleri oluşturduğunu görüyoruz. Ancak ilerleyen zamanlarda, mevzunun aşk, his, duygu ile alakası olması hasebiyle biraz maksadını aştığını görüyoruz. İbn Arabî düşüncesi, Hallac-ı Mansur şatahâtları (aşk ve cezbe ile sûfinin kendinden geçerek söylediği ifadeler), sekr (aşk ile sarhoşluk hâli) halinde söylenen ifadeler İslâm toplumunda ciddi rahatsızlıklara sebebiyet veriyor. Şeriat dairesi dışına çıkan sûfi ifadeler, siyaset ile dinin iç içe girmiş (İslam devleti, Emevi, Abbasi, Selçuklular, Osmanlı… silsile içerisinde dini olan ile siyasi olan ayrışması mümkün değil, tarih böyle geliyor) olduğu coğrafyalar da mevzuya eklenince ortaya ister istemez, aşkın bir tasavvuf savunması yahut şiddetli bir tasavvuf düşmanlığı çıkıyor.

12. asra gelindiğinde artık tasavvuf kurumsallaşıyor ve tarîkatler ortaya çıkıyor. Tarîkatlerin İslam toplumları üzerinde olumlu yönde birçok etkisi var. Hatta Türkler, Ahmet Yesevî (1166)/Yeseviyye eliyle İslâm ile şerefleniyor. Tekkeler, ahîlik teşkilatları dini bir ahlâk seviyesi üzerinden ictimaî hayata nüfuz ettiriyor. Ancak yine bu etkili kurumlara sızan ve dinin tebliğdeki muradını aşan bazı kişi ve kurumlar, şeriat dairesi dışına çıkmaya, üzerlerine vazife olmayan siyasi meselelere müdahil olunca seddi zerai kabilinden önleri kesiliyor. Ancak mutedil bir tasavvuf anlayışı varlığını ve olumlu etkisini sürdürüyor.

Burada mühim isim önemli: Gazâlî. İmdada İmam Gazâli (1111) yetişiyor. Hüccetü'l İslâm'ın yaşadığı dönem mühim; Bâtınîlik tehlikesi var. Bununla birlikte tasavvuf ucu çok açık bir ilim halini almış, zahitler, sûfiler var ancak henüz tarîkatler oluşmamış, şeriat ve Ehl-i Sünnet dairesi dışında doğru yürüyen tasavvuf meraklıları var, bu noktada Gazâli, tasavvufu Sünni daireye, şeriat dairesine çekmeye çalışıyor, oldukça da başarılı oluyor. İmam'ın girişimiyle tasavvuf bu badireyi de atlatıyor.

Özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde tarîkatler çok aktif. Toplum tasavvuf ahlâkıyla şekillenen bir yapı alıyor, belli bir estetik zevk, musiki, mimari, insani ilişkiler, ders halkaları, talebe/öğrenci ilişkileri hemen her şey haddini bilen tasavvuf ahlâkı ile şekilleniyor, medeniyetin zirvesini görüyoruz.

Batı'nın işgal ve sömürgesi ile İslâm coğrafyaları güç kaybetmeye başlayınca, kısmen modern döneme geçilince, bu kez İslâm coğrafyalarının geri kalınışının faturası tasavvufa kesilmek isteniyor ve bir “miskinlik” olarak tarif edilen tasavvuf günah keçisi ilan ediliyor. Oysa bu gerçeği yansıtmıyor zira Afrika, Hint Alt Kıtası gibi bölgelerdeki direniş hareketlerine baktığımızda çoğunun tasavvuf kökenli olduğunu görüyoruz.

Yakın zamana geldiğimizde ise, modern dönemin rasyonalist kuruluğundan boğulmuş olan ruhâni varlık insan, tutunacak bir dal aradı ve post modern dönemlerde bu dal mistik dinler oldu. Özellikle Hint dinleri, mistik arayışlar, arınma çabaları yeniden “moda” oldu. Aynı potada bu kez de tasavvuf eritilmek istendi. Eklektik bir din anlayışı arzusu, önüne geleni cennetlik ilan etme hastalığı, içerisinden seyr-ü sülük adabı, şeriat/mârifet/hakikât silsilesi çıkarılmış sadece posası kalmış bir tasavvuf anlayışı bina edilmeye çalışıldı. Elif Şafak gibi reklam figürleri, edebiyatı da katlederek bu alanda kalem oynatmaya başladı. Dahası artık internet çağıyla birlikte saniyeler içerisinde tüketen bir topluma dönüştük, bu toplumda tasavvufun da içeriği boşaltıldı.

İslâm Düşüncesi içerisinde elbet tasavvufun da eleştirilecek yönleri vardır. Ancak bütünüyle tasavvufu yok sayamaz, kapı dışarı edemeyiz. İbn Arabi zenginliğinden faydalanır, panteizme varan görüşlerini üslubunca reddederiz. Şer'i dairedeki tarîkatlerde zikre devam eder, şatahat söylemlerini yine üslubunca reddederiz. Şeriatsız tasavvuf olmadığının, olamayacağının altını çizer, tasavvufun ahlâkının etkisiyle kaybettiğimiz erdem, hikmet, nezaket, sevgi, anlayış, edep, hâyâ gibi hasletleri yeniden inşa ederiz. Kalbimizi, nefsimizi kirden temizleyecek zikirlere devam ederiz. Gönül kırmamaya, Kâbe'yi yıkmamaya özen gösteririz. Allah'ı aklımızdan çıkarmaz siyasi hesaplar peşinde heder olmaz, fitne girişimlerinde bulunmayız. Bir lokma, bir hırka yaşar, bu dünyanın yalan olduğunu hatırlarız. “Birbirimizin kusurunu örtmede gece gibi oluruz.” Yaratılanı, Yaratan'dan ötürü severiz. İftira atmayız, su-i zanda bulunmayız. Çok konuşuyoruz, konuştukça laflarımızın kölesi oluyoruz, belki biraz susar kendimize döneriz, başkalarını yermez, yergiye kendi nefsimizden başlarız…

Bunların hepsi tasavvufun öğretisidir, hepsi İslâm'ın öğretisidir. Nihayetinde tasavvuf güzel ahlâktır. Bunu unutmayız, keşf ve ilhamın bir bilgi edinme yolu olduğu iddiasında bulunanlara, bunun yalnızca kendilerini bağladığını, asla vahiy ile eşit olamayacağını, şer'i hüküm veremeyeceğini, üzerine akaid bina edilmeyeceğini yine üslubunca söyler, tasavvufun edebi ve ahlâkıyla besleniriz.

Sizce de ahlâki bir kırılma yaşadığımız şu rahatsız edici günlerde, tasavvufun erdemine muhtaç değil miyiz?

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Cemile Bayraktar
10-05-16
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
ŞU KIRILMA ANLARINDA TASAVVUF AHLÂKINA MUHTÂCIZ
Online Kişi: 16
Bu Gün: 4 || Bu Ay: 6.516 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.888 || Toplam Tıklanma: 52.122.071