ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MAÂRİF (Eğitimle İlgili Yazılar)
Okunma Sayısı: 3969
Yazar: Çağatay Hakan Gürkan
BİZ YAZLARI HOCAYA GİDERKEN

 

CAMİDE CİN VARMIŞ, ÇARPIYORMUŞ!

İçimizde hangi fidan varsa tohumu o zaman atılmıştı...

Çocukken yazları hocaya giderdik. Ben, kardeşlerim ve bazen de misafir akrabaların çocukları. Yazlarımız yaylada geçerdi. Bizim burada yazlar dayanılmaz sıcak olur. Bu yüzden halkın çoğu eskiden beri ya denize ya da yaylalara giderler. Sanırım yayla ya da deniz tercihi dünya görüşüyle de alakalı bir durumdu ya, onu geçelim şimdi. Biz çocuklar için yaylanın pek çok eğlenceli yönü vardı. Ormanda oyunlar oynamak, dağa küçük geziler yapmak, bahçelerden meyve aşırmak ve en eğlencelisi de hocaya gitmek. Hocaya gitmek

Başka yerlerde ne ad verirler bilmem ama biz buralılar yazları cami
Hocaya gitmekimamından Kur’an eğitimi almaya “hocaya gitmek” deriz. Kardeşlerim ve ben çocukluğumuzun en güzel anılarını hocaya giderken yaşamışızdır.

Çocukluktan ibaret bir hayat

O zamanlar internet, cep telefonu yoktu. Televizyon bizi bu günkü gibi meşgul ve terbiye (!?) edemiyordu. Televizyon keyfimiz haftada bir gün beş dakikalık bir çizgi filmle sınırlıydı, o kadar. Geriye uçsuz bucaksız dağlar, orman, elif ba cüzümüz, bir de çizgi romanlarımız kalıyordu. Ve koskocaman bir zaman. Herkes hayal gücünü bir araya getirince o koskocaman zaman daha da genişlerdi bizim için. Her zerresini ayrı tadardık. Bugün bile geriye dönüp baktığımda geçmiş hayatımın çoğunu çocukluğumdan ibaret sanırım.

 Hocaya gitmekEn güzel anıları ve de arkadaşlıklarımızı hocaya giderken edinirdik. Her yaz, mahalleli başka bir imam tutardı camiye. O zamanlar yazlık yerler için kadrolu imam pek yoktu. Hoca sabah dokuzda başlardı. Bu yüzden yaz tatillerinde bile erken kalkmak zorundaydık. Aslında bu bizim için pek zor olmazdı. Akşam bizi uykusuz bırakabilecek bir program olmazdı tek kanallı televizyonlarımızda. Yatsıdan sonra oynadığımız körebe veya saklambaç oyunlarını saymazsak zaten zamanında yatardık.

Kahvaltımızı eder etmez her gün aynı heyecanla hocaya koşardık. Hoca, bazı yazlar kızlı erkekli olurdu, bazı yazlar kızlar öğleden sonra gelirlerdi hocaya. Erkekler öğle namazına kadar. Galiba hocadan hocaya değişirdi bu durum. Ama her halükarda biz erkekler herşeyi hep beraber yapardık. Erkeklerin oyunları erkeklere göreydi ne de olsa. En çok da Tarkan ve Kara Muratçılık oynardık orman içlerinde.

Adıyla bilmediğimiz sureler

Caminin içinde duvar diplerine sıralanarak otururduk. Hoca ortada. Büyük çocuklardan yardımcıları olurdu dört beş tane. Okuma sıramız gelene kadar bunlar bize bir nevi ön çalışma yaptırırlardı. Okula başlamamış küçükler “elemtere”den başlar “kuleuzubirabbinnas”a kadar okurlardı. O yaz, okula giden büyükler ise “nas”tan sonra elif ba’ya geçer, daha çalışkan olanlarımızsa elif ba’dan sonra Kur’an’a geçerlerdi. Kur’an’a geçen hepimize lokum dağıtırdı. Lokumlar gül kokardı.

İlk önce kısa namaz surelerinden, “inna ateyna”dan başlardı en küçükler. Ama
Hocaya gitmek hiç birini adıyla bilmezdik. Fil suresi “Elemtere”ydi, Fatiha “Elham”. Kafirun suresine “Kulya”, İhlas suresine Hocaya gitmek“Kulhü” derdik. Kısaca her sure ilk ayetleriyle adlandırılırdı. Şimdi Fatiha’yı ezberleyen oğluma ne zaman “oğlum oku bakalım Fatiha’yı” desem, “baba Elham’ı mı” diyor. Demek ki bu adlandırmaların hepsi çocuklara aitmiş diye düşünüyorum. Ne güzel yıllardı.

Hoca herkese sırayla okuturdu. Tek tek ilgilenir, ödevlerini verirdi. Sonra topluca anlatacağı konulara geçerdi. Dinimizin ana esaslarını, Peygamber Efendimiz (sav)’in hayatını, savaşlarını, Hz. Ali’yi, seviyemize uygun hikayeleştirerek, hatta -hocaya göre değişir- dramatize ederek anlatırdı. Efendimiz Peygamberlikle müjdelenirken -çocuk oluşundandı herhalde- Hz. Ali’yi ayrı severdik. İlk çocuk müslümandı o, çocukken namaza başlamıştı hem. Bizim gözümüzde Bedir’de de Hayber’de de Ali hep aynı çocuktu. Kahramanımızdı bizim. Hele Hayber’de kapıyı yerinden söküp kalkan yapışı yok mu, orta-1’de resim dersinde, kahramanlarımız konusunda çizmiştim de pek modern resim öğretmenim bile başımı okşamıştı.

İlk başkaldırımız

Hocaya gitmekTatsız şeyler de olmuyor değildi. Hani şu malum mizah dergilerinde çizilegelen imam tipine pek oturmasa da ona yakın bir hoca gelmişti bir yaz. Hoca dayağıyla bir onda tanışmıştık. Onu da bir kaç ders sonra neredeyse bütün çocuklar protesto etmiş, o yaz derslerine katılmamıştık. Bu bizim belki de ilk başkaldırı harekâtımızdı zulme karşı. Gene dersimizi almıştık yani. Çocuktuk ve kafamıza yatmayana koymuştuk postasını kendimizce. Eee, oraya kadar Hz. Ali hikayeleri ile büyümüştük ne de olsa. İşin en kötü yanı da o hocanın geldiği yaz onun yüzünden vakit namazlarına, o çok sevdiğimiz yatsı namazlarına gitmez olmuştuk. Allah affetsin.

Sabah dokuzdan öğle ezanına on beş yirmi dakika kalana kadar zaman nasıl geçer anlamazdık. Ha, bir de tam ortada on beş dakikalık teneffüslerimiz olurdu. Onda da mahallenin emeklilerinden yaşlı bir amcanın –yanılmıyorsam öğretmen emeklisiydi-caminin hemen yanıbaşına açtığı küçük bakkal dükkanına hücum ederdik. Kelimenin tam anlamıyla iyi yere dükkan açmıştı yani. Kola mola yoktu o zaman, beyaz ya da sarı gazoz vardı: Elvan. Bir avuç beyaz leblebi alır, doldururduk şişenin içine. Yanaklarımızı şişire şişire bir yandan yer, bir yandan konuşur, güler eğlenirdik. Bazen iki işi bir arada beceremezdik, elvanın asidi burnumuzdan gelirdi. Buna daha çok gülerdik.

Buluşma adresimiz hiç değişmedi

Yıllar, o dersler gibi keyifli olmasa da, yine aynı hızla geçip gitti. Herkes bir yere dağıldı. Her birimiz hayatın bir ucundan tuttuk. Kimse kimseyi göremez oldu. Ara sıra senelik izinlerimizde birkaçımız denk düşer de bir yatsı namazında bir araya gelirsek ne âlâ. Sevindirici olansa dağılmış tespih tanelerinin tek buluşma adresinin aynı mekân oluşu. İçimizde hangi fidan yeşermişse, tohumu o zaman atılmıştı.Hocaya gitmek

İşte “bütün bunları çocuklarım da yaşar mı, bir ucundan koklar mı” diye onları
Hocaya gitmekda hocaya yollamaya karar verdim geçen yaz. Tamam, iyi kötü evde kendimizce bir şeyler veriyoruz ama hocanın yeri başka dedik hanımla. Büyük kızımı götürüp ellerimle teslim ettim hocaya. Kısaca hocaya da anlattım size anlattıklarımı. “Hocaya gitmek” dedim, “dini çocuklara sevdirmek” dedim. “Eğlenmek” dedim. “Anılar” dedim. Hatta eski usul “eti senin kemiği benim” dedim. Hoca durmadan başını sallayarak hiç bozmadığı bir tebessümle dinledi beni. “Siz hiç merak etmeyin” diyerek aldı çocuğu. Kafamda eski hayaller, gönül rahatlığıyla eve döndüm. Öğle oldu çocuk geldi eve. “Nasıldı kızım” dedim. “Çok iyiydi baba. Bir sürü yeni arkadaşım oldu, eğlendik, şunları öğrendim” filan dedi. “Tamam” dedim içimden, maya tutuyor.

Haydaa, nereden çıktı şimdi bu?!

Akşam oldu, uyuyacağız artık, çocuk yatmak istemiyor. Korkuyormuş. “Yavrum nereden çıktı bu, her gün tek başına uyumuyor musun?” “Baba” dedi, “ben cinlerden korkuyorum. Cin diye bir şey var mı?” Haydaa, gel de çık işin içinden. Var desen olmaz, çocuk zaten korkmuş. Yok desen olmaz, yalan olacak. “Kızım nereden çıktı şimdi bu” diye sordum. Hoca söylemiş. Ç
Hocaya gitmekocuklar teneffüste minareye girmişler, hoca da girmesinler diye “orada cin var, sizi çarpar” demiş. Fesubhanallah. Neyse, çocuğa okyanusların dibinde de elektrikli yılan balıkları olduğunu, bilmem kaç bin volt elektrik taşıdıklarını, ama biz gidip onları ellemezsek bizi çarpmayacaklarını, cinlerin de böyle farklı mekânlarda yaşadıklarını anlattım da biraz rahatladı.

Ertesi gün dayanamayıp hocaya gittim. Akşam olanları anlattım. Meğer minarenin içerisinde çıplak elektrik kabloları varmış. Hoca çocukların başına bir iş gelir diye bu cin lafını etmişmiş. Dayanamadım, “yahu hocam” dedim, “cin yerine doğrudan elektrik çarpar deseydin ya, elektrik daha beter çarpmaz mı adamı? Daha doğru olmaz mıydı?” Hem çocuk korkmazdı. “Camiden soğutmamak lazım” dedim, “çocuklara sevdirmeli, ürkütmemeli” dedim. “Hocaya gitmek çocuklar için eğlence” dedim, “anılar” dedim, “tohum” dedim, “fidan” dedim…

Hoca durmadan başını sallayarak, hiç bozmadığı bir tebessümle dinledi beni.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Çağatay Hakan Gürkan
24-07-10
E mail: dünyabizim.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BİZ YAZLARI HOCAYA GİDERKEN
Online Kişi: 20
Bu Gün: 248 || Bu Ay: 5.674 || Toplam Ziyaretçi: 2.236.249 || Toplam Tıklanma: 52.302.822