ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : DÜNYADA NELER OLUYOR / İSLÂM ÂLEMİ
Okunma Sayısı: 1842
Yazar: Müfit Yüksel
TÜRKİYE, İSLÂM ÜLKELERİNDE NASIL BİR MODEL? (1)

TÜRKİYE, İSLÂM ÜLKELERİNDE NASIL BİR MODEL? (1)Uzun zamandır çeşitli çevrelerce dillendirilir: “Türkiye İslâm Dünyasının model ülkesi” diye. Türkiye'nin model bir ülke olup olmadığı veya olup olmayacağı konusu bir yana, asıl tartışma, hangi zeminde ve ne anlamda model olduğu konusu etrafında dönüyor.

Bir kısım çevreler Türkiye'nin stratejik/jeopolitik konumu Avrupa ile Asya/Yakın Doğu arasında yer alması hasebiyle, Batı ile Doğu arasında köprü görevi gördüğü yönünde görüşler, tezler ileri sürmektedir. Diğer bazı çevreler ise Türkiye'nin Batılılaşma serüveni/tecrübesinin çok önemli olduğunu ve bu çerçevede Türkiye'nin Batılılaşma/Sekülerleşmede, laiklikte örnek teşkil ettiğini ve bu anlamda İslam ülkelerine model olduğunu iddia etmektedirler. Bu yönde tezler ileri sürenler Türkiye'nin İslâm Ülkelerine laiklik ve Batıcılık ihraç etmesini açıkça öngörmekte, Batı'nın ileri karakolu fonksiyonuna layık görmektedirler.

Bir kısım Dindar-Muhafazakâr kesimler ise, Türkiye'nin geçmişine, Osmanlı dönemindeki ihtişam ve büyüklüğe atıfta bulunarak Osmanlı tarzı bir rolün üstlenilmesini öngörmektedirler. Ancak, çoğunun Osmanlı'ya, geçmişe, tarihe ilişkin bilgi dağarcıkları son derece zayıf ve ekseriya hamaseti aşamamaktadır. Türkiye üzerinden Osmanlı'yı dört gözle bekleyen bir İslâm Dünyası profili bazılarının hayallerini süslemektedir.

Liberal bir kısım kesimler ise Türkiye'nin Avrupa Birliği Standartlarını benimseyerek bütünleşmesi yönünde öngörülerde bulunmaktadırlar. Helsinki Nihai Senedi ve Kopenhag Kriterleri tek kurtuluş reçetesi olarak, çoğu zaman neredeyse dini inancın öngördüğü kardeşlik ortak paydasının yerine konarak sunulmakta ciddi bir yanılgıya düşülmektedir.

Asıl olarak bu Türkiye'nin varlık zemini ve bölgesindeki konumuna ilişkin, çoğu kez ideolojik zemin üzerinden, uzun süredir yapılan tartışmaların yansımasıdır.

Türkiye'nin Batılılaşma serüveni/tecrübesi üzerinden, laiklik zemininden model ülke olmasını öngören, daha çok resmi ideolojiyi savunan çevreler birçok kör noktaya sahipler. Tabloyu net görebilmede özürlüler. Yüz yıldır bilinçli bir şekilde yüzünü Batı'ya dönme projesi üzerinden yabancılaştıkları İslam Dünyasını ve Orta Doğu'yu hiç tanımadıklarının göstergesi. Özellikle, Arap Dünyasının Türkiye'yi hangi zeminde değerlendirdikleri konusunda ise hiçbir bilgiye sahip değiller. Ayrıca, Arap Ülkelerinin Batı Dünyası ile neredeyse hiçbir bağa sahip olmadığı, adeta iletişim kuramadığı gibi üstten bakan çok basit bir nosyona da sahipler. Türkiye'deki, Tanzimat'tan beri süregelen Batılılaşma/Sekülerleşme/Laikleşme serüveninin Arap ülkelerine hemem hemen hiç yansımamış olduğuna ilişkin bir bilgisizlik örneği sergilemektedirler. Oysaki, 19. Yüzyılda Modernleşmeci Batılılaşma, akımların başını daha çok Hidivler hanedanı idaresindeki Mısır çekiyordu. Hatta bu konuda Kahire İstanbul'u çok fazla etkiliyordu. Yanı sıra, 20. Yüzyılda Batılılar, Arap alemini manda yönetimi ve işgal altına alarak bölgeye doğrudan müdahalelerde bulundular. Günümüzde Arap ülkelerinde Batı dillerini, özellikle İngilizce, bilme oranı Türkiye'nin kat kat üstünde. Türkiye'de ise bu konuda şimdilerde tam bir lisan fukaralığı yaşanmaktadır. Ayrıca ABD, Güney Amerika ve Batı Avrupa gibi Batılı ülkelerde neredeyse on milyonu aşkın Arap nüfus yaşamaktadır. Dolayısıyla, bağ/iletişim kurma anlamında Türkiye'den çok ilerideler. Orada sorunun kaynağını başka dinamiklerin teşkil ettiği gerçeği görülememektedir. Arap Ülkelerinin çoğunda diktatörlükler, Krallık veya Emirliklerin olması dahi durumu değiştirmemektedir. Bu ülkelerin insanları ekonomik olarak Batıdaki imkan ve refah payını talep etmekteler; seküler/laik değerlerini değil. Arap veya Berberi olarak, Batılı hayat tarzının etkilerine rağmen, inanç/akide ve kültürlerini laikleşme lehine tamamen tasfiye etmek gibi bir niyete hiç sahip değiller. Böyle bir niyetin kendi varlıklarına, varlık sebeplerine kast etme anlamına geldiği konusunda bilinç altı bir reflekse de sahipler. Arap toplumunun, özellikle genç nüfusun, Magazin kültürü üzerinden bir kısım müptezel sayılabilecek talep ve arzuları da bunu değiştirmemektedir. Nitekim Türkiye'nin etkisi de daha çok Aşk-ı Memnu gibi diziler vs. popüler-magazin kültür üzerinden olmaktadır.

Orta Asya, Kafkaslar ve Balkanlardaki Müslümanlar söz konusu olduğundaysa karşımıza çok daha farklı bir tablo ortaya çıkmaktadır. Sosyalist ve Stalinist idarelerde, totaliter ideolojik rejimlerde, Demirperde ülkelerinde on yıllarca yaşamış bu bölgeler laikliğin en katı/koyu örneklerini/uygulamalarını yaşayarak tecrübe ettiler. Baskı ve zulümleri öngören bu yapılardan hep kurtulmaya da çalıştılar. Bu anlamda Türkiye'nin Orta Asya, Balkanlar ve Kafkaslardaki Müslümanlara laiklik modeli sunmasının hiçbir karşılığı/anlamı bulunmamaktadır. Türkiye'nin bu konudaki model alma önerilerini 1990 öncesi ateizmi öngören ideolojik baskı dönemlerine dönüş olarak algılamaktadırlar. Açıkçası Dine dönme, Dine, İnanca sarılma arayışı içindeler. Bu konuda ciddi bir açlık içindeler. Ancak Dini anlamda karşılarına sağlıklı bir reçete, model çıkmamaktadır. Türkiye, Resmi ideolojinin, bir asrı aşkın Laiklik tecrübesi ve modeli dolayısıyla, Dini alanda hiçbir önerme/örnek sunamamaktadır.Türkiye'nin elinde bu anlamda hazır bir done de maalesef bulunmamaktadır. Çünkü, Türkiye'de bu anlamda yaşanan tecrübe, özellikle 20'li, 30'lu yıllardaki radikal reformlar/inkılaplar ile Dini alan politik ve sosyal yaşamdan neredeyse tümü ile tasfiye edilip kovuldu. Dini kurumların yaşamasına, yeşermesine amansız yasaklarla fırsat verilmedi. Son yüzyılda Türkiye Dini kurumlardan yoksun bir hale geldi. Türkiye'nin son 60-65 yıldaki İmam Hatip Okulları Ve Yüksek İslam Enstitüleri-İlahiyat Fakülteleri tecrübesi din âlimleri çıkarmada başarılı sonuçlar vermedi. Bu kurumlar yetkin Din âlimleri/bilginleri yetiştiremedi. Dolayısıyle Dini alanda İslam ülkelerinde alternatif oluşturacak bir alt yapıya sahip olunamadı.

İslam Ülkelerinde karşımıza dini alanda iki model çıkmaktadır. Çeşitli tonlardaki Selefi/Vahhabi akımlar ve bunun karşısına çıkan Şiilik etkisi. Sünniliğin yaygın olduğu coğrafyalarda katı veya ılımlı Selefiliğin adeta inanç dünyası üzerinde hegomonya kuracak düzeyde etkin olduğu gözlemlenmektedir. Sünni dünya/Sünnilik, Katı Selefilik-Marjinal Akide tarafından büyük ölçüde rehin alınmış durumda. Buna karşılık, İran'ın politik manevraları ile militan-ideolojik Şiilik kendi nüfuz alanını gün geçtikçe genişletmektedir. İslâm Dünyası Suudi Arabistan ile İran rekabetinin, Yemen'de olduğu gibi, gerilim-çatışma alanına dönüşmüş durumda. Bu durum Balkanlar ve Kafkaslarda da açıkça müşahede olunabilmektedir.

Türkiye'nin ise, son yüz yıllık tecrübede, Dini alanda, on yıllarca süren amansız yasaklardan dolayı, müesseselerden yoksun oluşu sahaya girme, alternatif sunabilme imkanını sıfırlamıştır. Oysaki, iyice zayıfladığı son dönemlerde bile, Osmanlı itidali temsil eden Ehl-i Sünnetin ana omurgasının mümessili niteliğindeydi. Osmanlı'nın bu dönemlerinde dahi, büyük sıkıntılara, çalkantılara karşın, Marjinal Akide yaygınlık kazanamıyordu. Kök salamıyordu.

Devam Edecek.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Müfit Yüksel
25-02-17
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
TÜRKİYE, İSLÂM ÜLKELERİNDE NASIL BİR MODEL? (1)
Online Kişi: 19
Bu Gün: 167 || Bu Ay: 8.771 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.165 || Toplam Tıklanma: 51.931.859