ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / HUKUK HİKÂYELERİ
Okunma Sayısı: 3073
Yazar: A. Kerim Sencer (M. Armağan'dan)
YARGIYI İDEOLOJİKLEŞTİREN ADAM ve REFERANDUM
Yargıyı ideolikleştiren adam

Mustafa Armağan, Zaman Pazar’daki haftalık yazısında, “Türkiye'de yargı, hukuku ihlal eder, siyasileşir, ideolojik ayak oyunlarına dalar hale geldi?” sorusunun cevabını 80 yıl öncelere giderek veriyor… Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can, "Darbe Yargısının Sonu" adlı kitabınna atıfta bulunuyor ve adına ödüller verilen 1920’lerin adalet bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un hukuk anlayışı ve yargıdaki kalıntılarının Türk hukuk sistemine ödettiği ağır bedelleri konu edinerek şöyle diyor:
 
“Mahmut Esat Bozkurt ismini duymuşsunuzdur. 1922'de henüz 30 yaşındayken Ekonomi Bakanı, Kasım 1924'den Eylül 1930'a kadar da Adalet Bakanı olarak görürüz onu. 6 yıl oturduğu koltuğunda, hala çözmeye çalıştığımız "yargı düğümü"nün altında imzası bulunan Bozkurt, adalet mekanizmasının temellerini Osmanlı'dan kopartırken, aynı zamanda ideolojiyi en katı haliyle içine sokan bakan olur.
Yani yargı onun ellerinde siyasallaşmaktan öte, açıkça ideolojikleşir. Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can, "Darbe Yargısının Sonu" adlı kitabında (Timaş: 2010, s. 26 vd.) Bozkurt'un eğitim gördüğü İsviçre'den Medeni Kanunu ülkemize taşımasının sebebini, bu kanunun ilk maddesinde hakimlere 'kanun koyucu' rolü verilmiş olmasına bağlar. TC hakimleri, İsviçre Medeni Kanunu'na göre, önlerine gelen davalarda, kanunda uygun bir hüküm yoksa kendilerini kanun koyucunun, yani Meclisin yerine koyup 'Meclis olsaydı nasıl bir kanun çıkarırdı?' diye düşünerek karar vereceklerdir. Can'a göre "Bu, yargıya inanılmaz bir iktidar devri" demektir. M. Esat Bozkurt bu amaçla yalnız Avrupa ülkelerinden kanunları kavun seçer gibi Türkçeye tercüme ettirerek sözüm ona "Türk Hukuk Devrimi"ni gerçekleştirmekle yetinmez (tuhaf olan şu ki, bu ne 'Türk'tür, ne de 'Devrim'), aynı zamanda bu 'devrim'i uygulayacak hakimleri yetiştirmek için Ankara Hukuk Fakültesi'ni hizmete sokar. İdeolojik kadrolar oradan yetişecek ve zamanı gelince iş başına geçeceklerdir. Bozkurt'a göre yargının öncelikli görevi, adalet dağıtmak değil, devrimleri hayata geçirmektir. Nitekim hakim adaylarına yaptığı fakülte açış konuşmasında Türk adliyesinin yegane övünme sebebinin "devrimi savunmak" olduğunu söyler. Bozkurt kadar büyük yetkilere sahiptir ki, bütün hakim ve savcıları kendisi seçer. Mesleğe o kabul eder, terfileri o yapar, Yargıtay'a o üye seçer, hatta daire başkanlarını seçme yetkisi de ondadır. Yetkilerini sonuna kadar  kullanır. Yani yargının bugüne kadar gelen yapısı onun eseridir.
 

Türk olmayan Türk’ün kölesidir

 
Bazı sözleri pek meşhurdur Bozkurt'un. Mesela Kürtler hakkında sarf ettiği şu sözler, Nazi ruhundan izler taşır: "Benim fikrim, kanaatım şudur ki, dost da, düşman da, dağ da bilsin ki bu memleketin efendisi Türktür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır." (Milliyet, 19 Ağustos 1930.) "Öz Türk olmayanlara" hizmetçilik ve köleliği layık gören bu hastalıklı zihniyeti iyi tanıyoruz. Öte yandan "Atatürk İhtilali" adlı kitabında gericileri "imha etmek" gerektiğini söyler. Onlar "asla affedilmemelidir". (Kaynak: 1995, s. 115)
 
İdeolojinin "bekçiliği" hakkın bekçiliğine dönüşmek zorunda
 
Bir hafta sonra Türkiye'nin tarihinde yeni bir sayfa açılacak. Otoriter ve darbeli demokrasi dönemi inşaallah aşılıyor. Kesintili olsa da sivil bir anayasaya doğru kararlı adımlarla ilerliyoruz. İlerleme iyidir, diyenler, buyurun, otoriter dönemin ve darbelerin kalıntılarını temizleyecek gelişmeleri destekleyin. Mahmut Esat Bey'in vaktiyle yargı mensuplarına biçtiği ideolojinin "bekçiliği" rolü de ne derseniz deyin, hakkın bekçiliğine dönüşmek durumunda. Aksi halde Türkiye her gün bir bölümünü yaşadığımız bu yargı kâbustan uyanamayacaktır. Bu arada adına İstanbul Barosu'nun her yıl bir ödül verdiği Mahmut Esat Bozkurt (2008'de eski YARSAV başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu'na verilmişti) kitabında referandum için çok ilginç bir şey söylüyor. Diyor ki: İsviçre Anayasası bizim (1924) anayasamızdan ileridir. Çünkü ulus egemenliğine dayanır. Orada son sözü, "Referandum ile millet" söyler. Galiba duran saatin bile günde iki defa doğruyu göstermesine benzedi ama olsun, ona da razıyız. Saatleri daima yanlış göstermesinden iyidir. Ne zamana kadar?”
 
Armağan’ı okuyunca
 
Bu satırları okuyunca, millet olarak henüz bu referandumun Türk adalet tarihindeki hayati yerini yeteri kadar idrâk edip etmediğimizi düşündüm. İsviçre kanunları libasının üstümüze ne kadar uyduğu malum. Uygun hüküm bulunmaması halinde 'Meclis olsaydı nasıl bir kanun çıkarırdı?' diye düşünerek karar vermek ise akıllara durgunluk verci bir üst (!) adalet anlayışına işaret ediyor.
 
Hakkın / hukukun bekçiliğini yapmayı üstlenebilecek dirayette bir adalet sistemine kavuşup kavuşamayacağımızı zaman gösterecek. Türkiye’yi, kimsenin, ‘benim bir sorumluluğum yoktu’ diyerek kenara çekilemeyeceği kadar stratejik önemde bir ‘karar günü’ bekliyor!

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

NOT: Vurgular bize âittir. (Doğruluş)

Yazar: A. Kerim Sencer (M. Armağan'dan)
07-09-10
E mail: Haberkültür.net
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
YARGIYI İDEOLOJİKLEŞTİREN ADAM ve REFERANDUM
Online Kişi: 20
Bu Gün: 230 || Bu Ay: 7.584 || Toplam Ziyaretçi: 2.218.098 || Toplam Tıklanma: 52.144.454