ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MÜLÂKÂT
Okunma Sayısı: 2254
Yazar: Umut Bulut
DİL GİDİNCE İL DE GİDER (Merhum Olcay Yazıcı ile mülakat)

 

 

Olcay Yazıcı ile dil estetiği ve Türkçemiz üzerine gerçekleştirdiğimiz son söyleşiyi tekrar yayınlıyoruz…

 

 

Hayatımızı estetize etmeden dilimizi, dilimizi estetize etmeden hayatımızı estetize etmemiz mümkün değildir. Dilimiz ile hayatımız arasındaki bu derin irtibat hiçbir şekilde inkar edilemez. Dilimiz, estetiğimiz ve yaşam kalitemiz üzerine düşünmek ayrı bir ciddiyet mevzuudur. Bizim ilim geleneğimizde ilim, 'önce seviye seviye sonra tesviye tesviye' diye tamama erer. Önce bilgi merdivenlerini tırmanıp, sonra bu bilgi malzemesini tesviye(estetize) ederiz. Şairler bu malzemeyi, yani dil taşını yontan şekil veren heykeltraşlardır. Şairin yoğurduğu hamur dil ise; dil estetiği üzerine düşünmek de yine şair mesleğidir. Bu da tabii ki soy şairlerin altına kafa koyacakları ağırlıklı bir meseledir. Şair Olcay Yazıcı ile dil estetiği ve türkçe üzerine konuştuk.

Dil, genişleyen ve derinleşen bir yapıya sahiptir. Türkçenin hareket alanlarını açan, ifade gücünü derinleştiren eski eserlerimizle irtibatımızın zayıflaması duygu ve düşüncelerimizi ifade etmemizde bizim önümüze ne gibi zorluklar çıkarmaktadır?

Ortak tarih şuuru, ortak kültür şuuru, ortak duygu ve düşünce iklimi gibi, ortak dil şuuru da ancak ve ancak, KÖK BİLGİ İLE GÖK BİLGİYİ HARMANLAYAN ortak kitaplardan edinilebilir. Dildeki duruluk ve güzellik kaybı işte bu ortak kitap yokluğundan kaynaklanıyor. Çünkü dil, en iyi, en düzgün ve en doğru hâliyle, bu sahada yazılmış güzel kitaplardan, edebî ve fikrî kitaplardan öğrenilir. Kitaplardan kopan nesil, dil şuurundan da uzaklaştı. Bu gelenek kopukluğu, tefekkür nizamının kesintiye uğraması ve görsel olanın önlenemez furyası, nesilleri kendi köklerinden, kendi kimliğinden, kendi irfan ve iman ikliminden koparıp, başka diyarlara savurdu. Kök ve gök bilgiden habersiz nesiller, çağın bütün kötülüklerine meyilli, birer tüketim aracı durumuna düşürüldü. Artık insan, o âli, izzetli ve keremli kimliğini, ulvî statüsünü terk ederek, düşünen insan yerine, "tüketen insan" rolünü oynamaya başladı. Fakat ne yazık ki, varlık bilgisi, idrak, şahsiyet ve aidiyet şuurundan yoksun insan, bu yoz çağın albenili tuzağına, oltanın ucundaki tuzak-yem'e kendini kolay kaptırdı. Çılgınca tüketiyor…Tüketirken, aslında kendi âli yönlerini kemiriyor da, farkında değil. Bunun için yıllardır bağırıyorum: "Tüketen ve tüketirken tükenen insan!" Ne zaman kendi yüce kimliğine, ulvî ve ebedî ilmine, iklimine döneceksin? Hep orada, o bulanık ırmakta kalmak, ne fena ve ne feci bir gidiştir. Allah kurtarsın…Dur, düşün ve kendi iklimine dön!..Yoksa, yok olacaksın!..

Mesele bu kerte tehlikeli boyutlara varmışken, dil ve kültür kopukluğu artık ortada. Bu hâlin önümüze getirdiği zorluk, kimliksizlik, kimlik bocalaması veya en kötüsü, en sapkını çifte kimlik. Ya da kimlik şuurunun tümden yok olması…Sadece bedenin ihtiyaçlarını hissedebilen, metafizik dünyadan, mânâ âleminden uzak bir hayat, sağlıklı ve saygın bir hayat değil.

Düşünmek hiç kuşkusuz dil ile başlar. Bunun için ilk olarak kelime ve cümlenin yeniden inşa edilmesi zorunluluğu var. Gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi sonrakileri de yanlış iliklememize sebeptir. Bunun gibi kavramlarımız kelime ve cümlelerimiz baştan doğru bir yere oturtmalıyız. Derelerin ıslah edilmesi gibi dilimizin ıslah edilmesi ve dil kanallarımızın nefes alması için açılmaya ihtiyacı yok mu ne dersiniz?

Elbette var, yok olur mu? Evet, kelime düşüncenin hece/yapı taşları. Tek tek taşlar olmadan duvar örülür, bina inşa edilebilir mi? Hayır!..Kelime ve kavramlar olmadan veya yerli yerine oturmadan, bir fikir binası inşa edilemez. Dil bir toplumun temeli, ana kaidesidir. Kültür de, inanç da bu temel üzerinde yükselir. Temeli sağlıklı ve sağlam kuramaz iseniz, yükselttiğiniz bina en küçük bir depremde sarsılır ve yıkılır. Cemiyeti dil ve din ayakta tutar. Yığın, ancak dili ve dini etrafında kümelenerek, adına "millet" denin âli birliği teşekkül ettirir.

Evet, işe doğrudan başlamak lâzım. Yanlıştan başladığınızda, bir daha doğruyu bulmanız güçleşebilir, hatta imkânsızlaşır. İlk adım, ilk işaret ve ilk "söz" önemlidir…Gelişmiş toplumların fertlerine sadece hazıra konmak yetmez; tıpkı gelenek gibi, dili de yeniden kurmak, yeniden geliştirmek; "kökü mazide olan âtiye" doğru bir gelişme çizgisi göstermek gerekir. Çünkü hayat da, dil de, canlı, yaşayan, nefes alan, zamanın dalgalarından, sert rüzgârlarından etkilenir. Kişiye düşen, kendi toprağına, kendi iklimine ait tohumun evsafını muhafaza ederek, onun yeşerip, filiz vereceği ortamı hazırlamak; tohumu her zaman dış saldırılardan korumak, özüne kurt düşmesine mâni olmaktır…Yoksa, sizin gül ekmediğiniz coğrafyaya, birileri gelir ısırgan eker ve keyfiniz, ağız tadınız, dil ve gönül güzelliğiniz bozulur. Unutulmamalı ki, kendimize ait tohumun özelliğini, kendimize ait kelime ve kavramların mânâ ilmini özenle ve arzuyla korumalı, yaşatmalı, yarınlara intikal ettirmeliyiz.

Evet, tohumun ıslah edilmesi gibi, yaşayan güzel Türkçemiz de, ıslah edilmeli. Cürufundan, kirinden ayrılmalı, arındırılmalı, saflığına, nahifliğine, kaynağından çıktığı günkü duruluğuna, berraklığına kavuşmalı. Çünkü kelime ve kavramlar kirli, bulanık ve parazitli olursa, düşünce dünyamız da karmaşık, çetrefil ve anlaşılmazlaşır. Dahası bize aitliği ortadan kaybolur. O zaman da, "Vatanım ruy-i zemin, milletim nev-i beşer!" garabeti çıkar ortaya. Ve artık Diojen gibi, eliniz de deveci feneri, gün ortasında dolaşırsınız ortalıkta. Ne arıyorsun?, diye soranlar da, "İnsan arıyorum!" dersiniz; bu yetmez, "kendi insanımı arıyorum!" diye feryad-ı figan eylersiniz. Ya da merhum Cengiz Aytmatov'un özgün ifadesiyle, mankurtlaşır, sahibinin sesi, küresel dünyanın köksüz, yiyip-içen, gelip-geçen…bir ferdi olarak hayattan kam alır gidersiniz…Nereye mi? Eh artık, orasını Allah bilir!..Fakat tahmin etmek zor değil…

Türkiye'de sokağın dili terbiye edilmemişken, aydın dilinin de insan tepeden bakan bir tarafı var. Bu ikisi arasında sağlıklı bir dengeyi nasıl kurabiliriz?

Sokak dili, bir disiplin, bir ilim ve bir sanat olan dil şuurunun, dil idrakinin en alt, en aşağı sınıflaması. Bir münevverle, köprü altı çocuklarının, tinercilerin, esrarkeşlerin, külhanbeylerin dili bir olamaz, olmamalı. Ama ne yazık ki, güzel Türkçemizi bozanlar, hatalı ve yanlış kullananlar daha ziyade sözde aydınlar. Edebiyatçı olduğunu iddia eden bir akedemisyen, "Damardan giriyorsunuz!" sözünü kullanabiliyor. Artık ötesini tahmin edin…Rahmetli büyük ilim adamı, eğitimci ve dil âlimi Prof. Dr. Tahsin Banguoğlu'nun ifadesiyle, dildeki saflığı Anadolu insanı, şehir aydınından daha fazla, daha dikkatli bir özenle muhafaza ediyor. Çünkü, ne oldum delisi olan, çeyrek aydınlar, cin olmadan adam çarpmaya kalkışıyor ve entelektüel küstahlıkla dili pervasızca kullanıyor. Ne dil bilgisi var, ne dil sevgisi. Bütün bu saçmalıkları kitaplık çaptaki çalışmamda, (DİL ESTETİĞİ) anlattım, Burç FM'deki Dil Estetiği konuşmalarımda da açık yüreklilikle dile getiriyorum. Çok uç, çok üst boyutta bir idrakle bakıyorum meseleye. Her mütefekkir, her edebiyatçı, her münevver de böyle düşünmeli, böyle bakmalı. Çünkü sıkça vurguluyorum: Geleneği olmayanın, geleceği de olmaz. İnsan lisan demektir…Dil gidince, il de gider…Battı balık yan gider! Diyenlerle idrakimiz de, irfanımız da, yolumuz da ayrılıyor. Bulamaç kimliklerin,kök ve gök bilgiden habersiz züppe/kopukların bu idrakte yeri yok elbette…Popülizmin bulanık suyunda balık avlamaya devam etsinler…Sonunda ne balık kalacak, ne ırmak…Ö zaman da, suyu çekilmiş ölü nehirlerdeki çırpınan balıklar gibi, mazinin aynasına bakıp hazin çırpınışlarını seyrederek, terk-i dünya ederler. Biraz acı, biraz trajik, biraz da komik!.. Ama ne yazık ki, hâl ve gidiş bu yönde…

Yaşadığımız mekân ve çevre hatta kurduğumuz ilişkiler dilimizin üzerinde kendi kokusunu da bırakıyor. Sanırım yaşam kalitemizi yükseltmeden kendimize yüksek seviyede bir dil kurma şansımızı kaybediyoruz. Siz bu anlamda ne dersiniz?

Kullanılan dil üzerinde elbette mekânın ve çevrenin rolü vardır. Üzüm üzüme baka baka karardığı gibi, dil de kötü dilden, sufli hallerden, kirletilmiş mekânlardan etkilenir. Buna insanlar arası ilişkiler de dahildir. Nezih bir ortamda kullanılan dil, ile nahoş ortamlarda kullanılan dil elbette bir değildir. Güzellik, güzelliği, kötülük kötülüğü doğurur ve çoğaltır. Elbette hissedebilenler için kelimelerin insan düşüncesini aydınlatan, gönlünü inşirah kılan, uyandırdığı çağrışımlarıyla etrafına gül rayihaları saçan bir yanı, bir ruhu, bir özü, bir kimliği, kokusu, dokusu, cevheri vardır. Bunun için Necip Fazıl, İstanbul'u anlatırken, "Türkçesi sümbül kokan!" der. Değerli ilim ve edebiyat insanı, Türkçe sevdalısı Nihat Sami Banarlı, muhteşem eseri "Türkçenin Sırları"nda, kelimelerin tadından, rayihasından belagatli bir dille söz eder. Türkçenin güzelliği, dil estetiği, öylesine yakıştırılmış bir şey, zorlama bir bezeme değildir. Türkçe gerçekten çok renkli, çok rayihalı, çok revnaklı bir dildir. Hâlâ bu dilin ilmine ve iklimine vâkıf olmayanlar varsa, bu aşkı ve aşkınlığı, güzellik duygusunu tatmak için önce ulu Anadolu bilgesi, hikmet eri, gönüller sultanı, sufî derviş görklü Yûnus Emre'nin gökekince taze, diri ve diriltici şiirleriyle işe başlasın. Sonra da Anadolu ırmakları gibi çağlayan Karacaoğlan'la devam etsin güzellik şölenine…O zaman kelimelerin ruhu şenlendiren rayihasını mutlaka hissedecek; bu yetmez, idrak edecek, diye düşünüyorum…

Türk dili konusunda, edebî ve estetik çalışmaları olan, Türkçeye sevdalı, düşünen bir şair olarak size göre Türkçeye ifade zenginliği ve mânâ derinliği kazandırmak için kısa, orta ve uzun vadede neler yapılabilir?

Bakınız, dil bahsindeki gelişme sürecini şöyle sınıflandırmak veya aşamalandırmak mümkün. Önce dil bilgisi gerekli. Sonra dil sevgisi. Dil saygısı. Dil şuuru. Dil idraki ve en son, en üst ve en entelektüel bir yaklaşım olarak da, Dil Estetiği burcunu yükselmek gerekir. Yani Dil Estetiği, dil bahsinin zirve idrakidir. Bendeniz acizane buna dikkat çekmeye, bunu gerçekleştirmeye çalışıyorum. Bu nasıl olacak sorusuna gelince, çocuklar için yazdığım ve birçok öğretmen tarafından çocuklara belletilen, "Okumak…okumak; oku, çözülsün yumak!" mısraını 35-40 yaşındaki çocuklara da ezberletmekle mümkün diye düşünüyorum.

Bilginin, kültürün, tefekkürün ve irfânın anahtar kelimesi: Okumak!.. Onun için yüce Kitabımız, "Oku!" emri ile başlıyor; "servet biriktir, mevki kap!" diye başlamıyor. Bu emirden alacağımız "hikmetler" var elbette. Çözüm bu İlâhî emrin etrafında…Bulmak ve bilmek, sonra da "olmak" lâzım. Oldurmayan bir okumak, yine Kur'ânî ifadeyle, "Kitap yüklü merkebe" benzetilmektedir.

Dil bahsinde bu aşamaları, bu burçları aşarak, dil bilgisinden, dil sevgisine, oradan dil şuuruna, dil idrakine ve en son dil estetiği burcuna yükseldiniz mi? Artık ne yapacağınızı biliyorsunuz demektir. Bu işin, süreçleri atlatarak, bir hamlede en üst dil idrakine erdiren, kestirme bir reçetesi yok, ne yazık ki… Bu çileyi çekecek, bu süreci yaşayacaksınız ki, "bildim ve oldum" diyebilesiniz. Bunun biricik yolu bu: Kitap ve okumak…

Elbette, yüksek bir idrak seviyesine varmadan, yüksek bir dil şuuruna ulaşmak pek mümkün değil. Kelimeler, düşüncenin yapı taşları… Onunla yükselir ve onunla alçalır insan…

İnternet, gazete dergi veya televizyon gibi kitle iletişim araçlarının dilimiz üzerindeki etkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu gibi araçlar olumlu anlamda nasıl kullanılabilir?

-Kitle iletişim vasıtaları büyük bir güç. Birçok şeyi değiştirip, dönüştürme kudretine sahip. İyi ve güzel yönde kullanılırsa, iyilik ve güzellik çoğalır; kötü yönde kullanılırsa hem ahlâk, hem de güzel Türkçemiz kirlenir. Bu vasıtaların insanlar üzerindeki ve dilimiz üzerindeki müspet-menfi tesirleri herkesçe aşikâr. Herkes gibi ben de bundan bizarım. Bu vasıtaların olumlu yönde kullanılabilmesi için, buralarda çalışanların arzu edilen nitelikte olması gerekir. Başka çıkar yol yok.

Türkçenin geleceği ve milli varlığımızın bekası için Fransa'daki 'Dil Akademisi' benzeri bir yapılanma Türkiye'de kurulabilir mi? Bu da olmazsa, Türk Dil Kurumu böyle bir işleve kavuşturulabilir mi?

Türk Dil Kurumu zaten var. Akademi etiket olarak kurulsa ne yazar. İçi nasıl doldurulacak? Maalesef dil hatalarının büyük çoğu sözde okumuş-yazmış insanlar tarafından, akademisyenler tarafından yapılıyor? Bu iş akademi ile değil, aşkla, sevgiyle, şuurla ve millî bir idrakle mümkündür. Türk diline ferdî destek, kurumlardan çok daha fazla olmuştur, olmaktadır.
Şair içinden çıktığı toplumdan bağımsız düşünülemez, buna rağmen durduğu yerden kitlelere yön tayin etmek gibi bir sorumluluğu da yüklenmiştir. Önce kendimizden başlayarak sokaktaki dili estetize etmek için çözüm öneriniz nedir?

Zor bir mesele…Şaire, yazara düşen kendince ana diline saygılı kalmak ve onun güzelliklerini yansıtmaktır. Ötesi onu aşar…Bu iş toplumsal bir şuur ister, dil sevgisi ister, kimlik ve kültür şuuru ister. Sözle olacak iş değil…

Sizin az yazan ve titiz çalışan bir yazar olduğunuzu biliyoruz. Bize biraz da eserleriniz hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz?

Evet, kişinin aynası eseridir, söz çok da önemli değil. Yayınlanmış 12 kitabım var, yayınlanmaya hazır olanlar ise bunun iki katı. Fakat yaz, yaz, işler ayaz!..diyorum. Popülist değilim, çok şükür şöhret budalası da değilim. Geçici-uçucu olanlarla işim yok. Evet şiirde de, yazıda da aşırı bir mükemmeliyetçiliğim var. Bir şiir için bir-iki yıl, bir kitap için 10-15 sene beklerim. Kemale ermeden yayınlamam. Acelem yok. Gayretim yarına kalmak, geleneği geleceğe taşımaktır. Kök ve gök bilgi şuuru ile yapıyorum yaptığımı; menkıbedeki karınca gibi Nemrut ateşine su taşıyorum. Bana düşen bu, ötesi Rabbimin bileceği…"Mevlâ görelim neyler/Neylerse güzel eyler!" Ben bilmeyi ve olmayı murat ediyorum, sığ ve sıradan bir vasatta parsa toplamak benim işim değil. Üleştiren üleştirsin dünya lezzetlerini…Kitaplarım ortada, yüreğine ve beynine hitap eden okuyucu ile buluşmasını dilerim…

Teşekkür ederiz.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

 

Yazar: Umut Bulut
13-09-10
E mail: Haberkültür.net
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
DİL GİDİNCE İL DE GİDER (Merhum Olcay Yazıcı ile mülakat)
Online Kişi: 15
Bu Gün: 155 || Bu Ay: 2.348 || Toplam Ziyaretçi: 2.230.547 || Toplam Tıklanma: 52.257.033