ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MÜLÂKÂT
Okunma Sayısı: 700
Yazar: D. Mehmet Doğan ile mülâkât
KELİMELERLE DOSTUM, KELİME DOSTUYUM BEN!

KELİMELERLE DOSTUM, KELİME DOSTUYUM BEN!

Her kütüphanede bulunması gereken ‘Büyük Türkçe Sözlük’ ve pek çok kıymetli eserin müellifi D. Mehmet Doğan, zor zamanlardan beridir Türkçemizin yılmaz savunuculuğunu yapmış yaşayan en önemli mütefekkirlerimizden biri. Doğan ile dünden bugüne kültür hayatımızın meseleleri ve çalışmaları üzerine konuştuk.

D. Mehmet Doğan Ankara/Kalecik’te doğdu (1947). SBF Basın ve Yayın Yüksek Okulu’ndan 1972 yılında mezun oldu. Türkiye Yazarlar Birliği’nin kuruluş çalışmalarını yürüttü ve Birlik Yayınları’nı kurdu. Yörünge dergisinde haftalık yazılar yazdı (1991-1992). TBMM tarafından Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyeliğine seçildi (1996). Hareket, Türk Edebiyatı, Mavera, İslâm, İlim ve Sanat, İzlenim ve Nehir dergilerinde yazdı. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi ve Türk Aile Ansiklopedisi’nin yayınını yönetti. Türkiye Yazarlar Birliği Vakfı ve Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı’nın kurucularından olan Doğan, uzun süre Türkiye Yazarlar Birliği’nin genel başkanlığını yürüttü (1978-1996). Halen TYB Onursal Başkanı olan Doğan RTÜK üyesi olarak görevine devam etmektedir. ESERLERİ: Batılılaşma İhaneti, Türkistan, Türkiye Gergefinde İran, Darbeler Müdahaleler ve Siyasi Sistem, Camideki Şair: Mehmet Akif, Halka Karşı Demokrasi, Tarih ve Toplum.

Hocam, sözlük hazırlamak bir yönüyle okuyucuya yardımcı olmaktır. Her an başvurulan bir sözlüğün sorumluluğu hakkında ne düşünüyorsunuz, bir sözlüğün hazırlanmasında ve faydalı olmasında komisyonlar mı yoksa bireysel çabalar mı daha etkilidir? Sosyal medyada, sizin başkanlığınızda bir sözlük hazırlama komisyonunun 2023 yılına kadar çeşitli ihtiyaçlara göre ve çeşitli türlerde sözlük hazırlamasına dair öneriler getirilmişti. Bu konuda size bir teklif geldi mi, gerçekten böyle bir çalışmaya ihtiyacımız var mı, ülkemizin sözlükler bakımından durumunu genel olarak değerlendirdiğinizde nasıl bir fotoğraf çıkıyor ortaya çıkıyor ve bu konuda bir uzman olarak siz ne gibi önerilerde bulunursunuz?

Sözlük tarzı müracaat kitapları okuryazarların, aydınların işini kolaylaştırır. Doğru ve sağlıklı bilgilerin toplanarak müracaat kitabı kimliği kazanması zor ve zahmetli bir süreçtir. Nice yıllar alır, yayınlandıktan sonra da iş bitmez. Yenilenmesi, geliştirilmesi gerekir. Bâzan insanlar elinin altındaki sözlüğün hazırlayıcısını merak bile etmezler. Kaynak olarak göstermek ihtiyacını duymazlar. Kısacası, zor ve hor bir iş! Bütün dünyada önemli sözlükler, şahıslar tarafından hazırlanmıştır. Komisyonlar, kurullar, heyetler… Ancak bir kişinin yönlendirmesi ile sonuç alıcı işler yapabilirler. Bürokratik yapılar gerçek anlamda müşterek eserler ortaya koyamazlar. Parça parça yapılacak işler birleştirilerek bir bütüne gidilebilir, bu durumda da bütünleyici güçlü bir ele ihtiyaç vardır. Türkiye’de de sözlükler bu işe gönül ve emek vermiş, zaman harcamış kişiler tarafından hazırlanmıştır. Ahmed Vefik Paşa’dan, Salahî Bey’den, Muallim Naci’ye, Şemseddin Sami’ye ve Hüseyin Kâzım Kadri’ye kadar bu böyledir. Türk Dil Kurumu’nun Türkçe Sözlüğü de başlangıçta bir kişinin imzasını taşır: Mehmet Ali Ağakay. Elbette Kurum sözlüğünün künyesinde ilk baskıdan itibaren başka isimler de zikredilmektedir, buna rağmen esas müellif bellidir. Bu Sözlüğün 1945’ten 1980’lere kadar yapılan baskıları bu Giritli tabibin imzasını taşır. Sözlük daha sonraki baskılarda yeni isimlerin ilavesiyle genişletilmiştir, esas metin yine de onundur. Şunu da kaydetmeliyiz, Türkçe Sözlüğün iki binli yıllardaki baskılarında bütünlük bozulmuş, ölçü kaçmış ve maalesef buna göre nitelik kaybı meydana gelmiştir.

Sözlükler konusunu açmışken, sizin en beğendiğiniz, çok kullandığınız, konuşmaktan daha bir zevk aldığınız kelimeler var mı hocam, örnekler verebilir misiniz?

Kelimelerle dostum; kelime dostuyum ben! Her kelime için emek harcamaya değer. Onları anlamak kadar anlatmak, tarif etmek de önemlidir. Yıllarca kelimelere emek verdim. Dilimizin yapısına uymayan bazı uydurma kelimeleri de sırf kullanıldıkları için sözlüğe aldım. Ben zengin anlamlı, âhenkli kelimeleri severim. Mesela “kelime”yi severim. Onun anlam alanının genişliği, âhengi, derinliği yanında karşılık olarak uydurulan “sözcük” ne kadar zavallıdır! “Kelime”nin yüceliği yanında “sözün küçüğü” demek olan söz-cük nedir ki? Bir kimse sözcük kelimesi ile yetiniyorsa, dil zafiyeti içindedir diye düşünürüm. “Sözcük”ten önce tilcik uydurulmuştu. Unutuldu, birgün sözcük de onun âkıbetine uğrarsa, bunun dilimiz için sıhhat alâmeti olacağındanşüphe etmem. Buna karşılık, kulak tırmalayan bazı kelimeleri sevmem, kafama silah dayansa bile kullanmam. Bunlardan biri uydurma kelimelerin en zevksizlerinden “olanak”tır. “İmkân”ın güzelliğini bilen birinin “olanak”ı kullanabilmesine şaşarım. Hele “olanaksızlaşmak, olanaksızlaştırılmak” gibi çekimleri bir dilin taşımayacağı kabalıktadır.

Türk edebiyatında çeşitli türlerde bir yerinde sayma, hatta geriye gidiş olduğu iddia edilmekte. Bu tabloda dil, alfabe, kültürel inkılapların etkisi var mı sizce?

Osmanlı büyük bir dil ve edebiyat mirası, genel anlamda medeniyet mirasımeydana getirmişti, bu miras bütün İslâm dünyası ile geçişgenliği olan bir mirastı. Osmanlı siyaseten yıkıldığı gibi, bu kültürel ortaklığın ortadan kaldırılması, siyasî sınırlar gibi kültürel sınırların da kapatılması gerekiyordu. Çünkü medeniyet değiştirmeye saplantısı içindeydik. (Veya zorlaması karşısındaydık). Osmanlı İslâm medeniyetinin modern zamanlara ulaşmış gelişmiş bir biçimi idi. Osmanlı Devleti’nin son iki asrında büyük sarsıntılar geçirmesine rağmen dil ve edebiyatı gücünü koruyordu. Hat sanatı ve mûsıkî zirvedeydi. Mimarî her şeye rağmen yeni örnekler ortaya koyabiliyordu. Batı tarzı edebiyata geçişten sonra bile kısa sürede büyük şairler ve yazarlar yetişti ve bunlar Türkçenin son şaheserlerini ortaya koydular. Cumhuriyet’ten sonra kültürel devamlılık sürdürülebilse idi, yeni Âkifler, Yahya Kemal’ler, Hâşimler, Tanpınarlar, Necip Fâzıllar… beklenebilirdi. Harf inkılâbı ve tamamlayıcısı dil devrimi, batı medeniyetini benimseme yönünde sarsıcı ve kalıcı hamlelerdi. Büyük dil ve edebiyat mirasının devam ettirilmesi hâlinde tam mânasıyla Batılılaşamazdık, medeniyet değiştiremezdik. Bu yüzden iki “dil”imiz üzerinde büyük ameliyat (operasyon) yapıldı. Birincisi konuşma ve yazma dilimiz, yani “söz” dilimiz sarsıntıya uğratıldı, büyük mirasa ulaşma imkânı ortadan kaldırıldı. Mûsıkîde de benzer bir şey yapıldı, ses dilimiz de engellendi. Binlerce yıllık müzik mirasımız yasaklandı. Şarkılarımızın, türkülerimizin düğünlerde icra edilmesi bile önlenmek istendi. Bugün ne mûsıkide ne edebiyatta yirminci yüzyılın başındaki noktadayız. Edebiyat iyi kötü devam ediyor, başarılı şairler yazarlar yetişiyor, güzel eserler veriliyor. Buna rağmen, bu dil ürünü eserlerde dil devriminin ortaya çıkardığı zaaflar açıkça hissediliyor. Dilin doğru ve güzel kullanılması, ifade genişliği ve zenginliğini sekteye uğratan kelime zayiatı yanında yeni uydurulan çoğu Türkçenin kurallarına aykırı, zevksiz, âhenksiz “sözcük”ler edebî metinleri zaafa uğratıyor. Dil fakirleşirse, ifade gücü zayıflar, büyük eserler ortaya koymak kudretini kaybeder.Bugün bu noktadayız. Büyük ve zengin dil mirasımızın farkına vararak düşünmek ve yazmak zorundayız. Türkiye’de ancak bunun farkına varabilenlerin eserleri çizginin üstüne çıkabiliyor. Türk edebiyatçısının, yazarının, ilim ve fikir adamının harf inkılabı ve dil devrimi ile hesaplaşmadan yeni ve güçlü bir hamle yapması mümkün değildir. Bu hususu dile getirenler, harf inkılabı ve dil devriminin ne idiğü konusunda konuşanlar-yazanlar, Türkiye’den olunca nazarı itibara alınmıyordu. 20. Yüzyılın ünlü filozoflarından Jacques Derrida bizim aydınlarımızın betonlaşmış zihinlerini sarsmak için 1997’de İstanbul’a geldiğinde çok keskin uyarılar yapıyor. Derrida’nın “İstanbul mektubu”nda adres gösterilerek yapılan bu ikazlar neredeyse hiçbir tesir uyandırmıyor. Büyük kayıp bizim, yasını tutan ise Fransız filozofu Derrida! İşe bakın ki, Türkiye’de Derrida takipçileri bile onun harf ınkılâbı ile ilgili “harf derbesi”, “katliamı” gibi sarsıcı ifadelerine duymazdan, görmezden, bilmezden geliyor. Tam olarak çamurlaşmış dar bir alanda debelenme hâli bu…

Edebiyatımızda bir taşra ve İstanbul ayrımı sizce var mı, kültürel iktidar dendiğinde ne anlamalıyız?

Edebiyatımızda İstanbul’un yeri başka. İstanbul büyük çekim gücü ile birçok yazarı, şairi, ilim ve fikir adamını cezbediyor. Aynı zamanda kültürel çevre, ilim ve fikir muhitleri bakımından da çeşitliliğe ve zenginliğe sahip. İstanbul’un en büyük kusuru, nüfus kesafetinin aşırı derecede artması, şehrin tıkış tıkış hâle gelmesi ve bunun doğurduğu ciddi çok yönlü meseleler var. Bu noktadan bakarsak, İstanbul aynı zamanda kendine çektiklerinin hayat sahasını da daraltıyor. Şehrin handikaplarını aşmaktan asıl işlerini yapmaya vakit bulmak zorlaşıyor. Türkiye’de İstanbul’la yarışacak şehir yok, ama Ankara, Bursa, Konya, Erzurum… gibi şehirler bu anlamda daha elverişli şartlara sahip. Günümüzde ille de İstanbul’da veya büyük bir şehir merkezinde bulunmak, yaşamak gerekmiyor. Her an büyük veya küçük merkezlerle, oralarda bulunan kişilerle temas etmeniz, konuşup görüşmeniz mümkündür. Hatta bunu yüz yüze bile yapabilirsiniz, teknoloji sayesinde. Bu taşralılık havasını enikonu ortadan kaldırıyor. Yine de büyükşehirlerde yaşama tecrübesinin hiç de önemsiz olmadığını hatırlamamız gerekiyor. İstanbul’u taşraya açmak, taşrayı İstanbul’a ulaştırmak… Bunun üzerinde ciddi şekilde düşünmemiz gerekiyor. İstanbulaşmış (bunu İstanbulabulaş+mış diye okuyabiliriz, çünkü devrimizde İstanbululaşmak mümkün değil), ilim, fikir vesanat adamlarının öncelikle ülkemizin İstanbul dışını ve oralarda olup bitenleri bilmeye ihtiyacı var. Bu sağlanabilirse, taşrada yazıp çizen ilim, fikir ve edebiyat adamlarının İstanbul’u keşfetmesi yönünde de adımlar atılabilir.

Hocam, Türk dünyasını da yakından takip eden birisiniz. Ülkemizin, bu dünyayla etkileşimini, iletişimini yeterli buluyor musunuz, edebiyatların yakınlaşmalarının sonuçları sizce nelerdir?

Evet böyle bir dünya var! Geniş bir coğrafya. Bir taraftan coğrafî ayrılıklar, diğer taraftan siyasî sınırlar budünyanın bütünleşmesini engelliyor. Dil birleştirici bir unsur olacakken, bu rolünü oynayamıyor. Türkiye’de dil devrimi türkilerle ortak zeminimizi zayıflattı. Bir kelime üzerinden konuşalım: Sadece biz “okul” diyoruz, bütün Türk lehçeleri mektep demeye devam ediyor. Muallim, talebe keza… Maarif ’de de ortağız; eğitimdi meğitimdi, yok öyle şeyler! Bu bölgelerde lehçeler üzerinden geliştirilen yazılı edebiyat da aynı sonuca hizmet etti. Bir de Rusça etkeni var. Rusça Türkiye hariç bütün Türkilerin ortak üst dili. Türk dünyasının en azından Türkçenin bir lehçesi üzerinden anlaşmasına ihtiyaç var. Bir ondan üç bundan kelime alarak, sentetik bir dil oluşturarak bu sağlanamaz. En çok yazanı konuşanı bulunan bir lehçe bütün Türk dünyasında öğretilmeli ki bu Türkiye Türkçesidir, böylece o zaman bir ortaklık sağlanabilir. Bunun da basiretle birlikte büyük bir siyasî güç/ tesir gerektirdiği ortada. Onun dışında bugünün şartlarında Türk âleminin yazarlarını, şairlerini, fikir ve ilim adamlarını bir araya getirmek için faaliyetler düzenlemek, müşterek işler yapmak için çaba göstermek gerekiyor. Türkiye Yazarlar Birliği bu maksatla 1992’den beri Türkçenin Uluslararası Şiir Şölenleri düzenliyor. Doğrudan edebi metin üzerinden, şiir üzerinden bir müştereklik sağlanmaya çalışılıyor. Elbette faydalı oluyor, fakat beklenen faydayı tam ve kâmil manada sağlıyor mu, o apayrı bir bahis.

Hocam uzunca bir zamandır devam eden ve sizin omuzladığınız Yazarlık Okulu çalışmalarınızı genel olarak değerlendirir misiniz, emeğinizin karşılığını alabiliyor musunuz, bu okula katılanlardan yazarlık manasında yol kat edenler, geri dönüşler alıyor musunuz? Bu çerçevede, gençlerin edebiyata, okumaya ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz, eğitim noktasında edebiyatı sevdirmek için eksiklerimiz, yanlışlarımız, önerileriniz nelerdir, üniversiteler, akademisyenler görevlerini yapıyor mu sizce?

2016 Yazar Okulu, yazmaya meraklı, yetenekli gençlerin bu arzularını uygun bir ortam içinde karşılayan bir uygulamadır. Temel yazarlık bilgileri ve metin oluşturma teknikleri yanında güçlü bir yazarlık arkaplanı oluşturmak için dil ve düşünce, felsefe yoluyla düşünmek, sanat, estetik ve eleştiri, toplum ve siyaset, din ve düşünce gibi başlıklar altında konunun uzmanı hocaların yönetiminde gerçekleştiriliyordu. Haftada beş gün ve 2.5 aylık bu ağır uygulama 10 yıl kadar sürdürüldü. Bu, gençlere gittikçe ağır gelmeye başladı. Son yıllarda yazı atölyesi şeklinde yine on haftalık, fakat haftada bir gün 3 saat şeklinde gerçekleştiriliyor. Yazar Okulu’nun her kesimden müdavimi oldu. Bir kısmı zaten yazı tecrübesi olan kimselerdi, olmayanlar da bu vesile ile yazmaya teşvik edildi. Kitap yayınlayan, dergilerde yazan çok sayıda yazar okulu müdavimi var.

Hocam, sizinle ilgili de birkaç soru sormak isterim. D. Mehmet Doğan yıllardır ayakta, saygın bir isim. Bunun bir sırrı olmalı. D. Mehmet Doğan’ı var eden, yaşatan ilkeler nelerdir? Bunun dışında en çok hangi isimlerden etkilendiniz, kimleri kendinize yakın hissettiniz?

En mühim sırrım, sürekli çalışmak, mütemadiyen okumak ve yazmak... Ben beni bildiğimden beri yazmaya çizmeye çalışıyorum. Okumadan yazmak gibi bir alışkanlığım yok. Neredeyse bütün klasik metinlerimizi, yazarlarımız okudum,bazılarını tekrar tekrar. Modern dönemin edebiyatını, dil gelişmelerini takip ettim. Sahici şiiri, edebiyatı keşfetmekten hoşlanırım. Yûnus Emre’den günümüze edebiyatımızın verimlerini okumak anlamak ve bugün onları zihninde taşıyarak yazmaya çalışmak mücadelesi içindeyim. Zevkle okuduğum hayli yazar var. Âkif ve Yahya Kemal bunların başında gelir. Bizde edebiyat ve düşünce atbaşı gider, bunları okumak aynı zamanda bir fikir zemini üzerinden gitmek demektir. Çok isim saymak istemiyorum ama Haşim’siz, Tanpınar’sız, Necip Fazıl’sız, Tarık Buğra’sız bir Türk edebiyatı olamaz. Bu temel şahsiyetlere başka isimler de eklenebilir. Fikir dünyamızın büyüklerini de Nureddin Topçu başta olmak üzere, külliyat olarak okumaya çalıştım. Kendimi, dilimize, edebiyatımıza, düşüncemize ciddi mânada emek veren bütün yazarlara yakın hissederim.

Her yazarın bir yazış yöntemi, ortamı var. Siz nasıl çalışırsınız, yazarsınız, bunun belli bir ortamı saatleri var mı, bu konuda gençlere neler tavsiye edersiniz?

Her zaman, her yerde ve her şart altında okur ve yazarım. Gürültü patırtıya aldırmam, kapris nedir bilmem. Zaten çalışırken klasik Türk müziği dinlerim. Birden fazla kitabı birlikte-paralel okurum; bir kitapta tıkandığımda diğerine geçerim. Yazarken, bir çırpıda yazmam. Başlık ve ana fikir oluştuktan sonra yazmaya girişirim, birçok molalardan, düzetmelerden, çeki düzen vermeden sonra yazıya son halini veririm. Yayınlanana kadar bir yazıyı düzeltme, değiştirme hakkımı saklı tutarım!

Hocam TYB ve diğer pek çok koşuşturmaca yanında Karar Gazetesi’nde yazmaya başladınız, nasıl oldu gazetede yazma, neden ihtiyaç duydunuz ve nasıl gidiyor? Gazete yazılarınızı da kitaplaştıracak mısınız?

1970’lerden beri gazetelerde yazıyorum. Gazetede yazmak, aktüel olanla yakın ilişki gerektiriyor. Gününüzü bilmek, bu bilginizi dününüzle birlikte düşünmek ve düşündüğünü kâğıda dökmek, gazete yazarlığının esası. Gazete yazısı ekseriya dünde kalır. Biz mümkün olduğu kadar yarına kalabilecek şekilde yazmaya çalışıyoruz. Günlük yazmanın çok güçlü bir yazı pratiği oluşturduğu tahmin edilebilir. Bizim neredeyse bütün önemli yazarlarımız gazete yazarlığı ile ilişkili olmuşlardır. Bazı yazarlarımızın okuyucuyu yakalayan bir üslup geliştirmelerinde bu tecrübenin önemli rolü vardır. Gazete yazılarından çok azı kitaplaştırılabiliyor.

Hocam, çok teşekkür ediyoruz, son olarak sizin eklemek, söylemek istediğiniz şeyler var mı?

En uzun süre içinde cevapladığım sorular bunlar! Galiba iki yılı buldu. Bu arada meşguliyet çokluğu, bilhassa Osmanlıca Yazılışlı Büyük Türkçe Sözlüğün hazırlık çalışmaları bizi alıkoydu. Demek ki kısmet bugünlereymiş.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: D. Mehmet Doğan ile mülâkât
05-06-20
E mail: tyb.org.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
KELİMELERLE DOSTUM, KELİME DOSTUYUM BEN!
Online Kişi: 31
Bu Gün: 565 || Bu Ay: 5.955 || Toplam Ziyaretçi: 2.214.810 || Toplam Tıklanma: 52.114.475