ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TEFEKKÜR / İNSAN VE TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 2670
Yazar: Ahmet Selim
KENDİNE GELMEK (Samîmî Olmak)
Hayatını rol yapar gibi yaşayanlar, gerçekliğin kıstasını kaybederler. Yani sanatta ve empati denemelerinde bir role bürünmek istedikleri zaman, gerçekten onu yaşıyormuş gibi davranamazlar.

Çünkü hayatlarında, doğal, normal ve kişiliklerinin gereğini yansıtan bir hal içinde değiller ki; ona benzemeyi mümkün kılsınlar. Yaşarken oynayanlar, oynarken neyi yaşayacak? Bazı hatıraları okuyorum ve inandırıcı bulmuyorum. O hatıraları yaşarken, samimi, doğal, rolsüz, taklitsiz değillerdi ki; anlatırken gerçekçi olabilsinler.

Bir örnek vereyim: Eski arkadaşlarımdan biri sık sık bir olayı anlatıyor. Şurası burası eksik, bazı yerleri ilave; geçmiş yıllar, anıp geçecek diye susuyorum... Tekrarları uzayınca "Sen sahiden tam böyle mi hatırlıyorsun?" dedim. Şaşırdı, meraklandı. Durumu açıklamam için bekleyişe girdi... "Tam o sırada senin yanında kim oturuyordu?" diye sordum. Düşündü, düşündü, bir iki ismi denedi... "Ben" dedim. "Ben oturuyordum!" "Ayağına defalarca vurdum. Kolundan çekeledim. Sen parlayıp atraksiyona başlayınca önce bekledim, sonra seni dışarıya postaladım!" Bunları bile hatırlamıyor! Hatırladıkları sadece, öfkesinin muhatapları takındığı şövalye tavrının abartıları...

Hüzün Yağmuru'ndaki Cevdet'ti bu kişi. Başlangıç bölümlerindeki hayatını, kendisi gibi değil, kendisine biçtiği rolün kahramanı gibi yaşamaya çalışmıştı. Başından geçenleri doğru dürüst anlatması mümkün değil, onları ancak ben yazabilirim! Mesela birileri der ki "27 Mayıs sabahı millet bayram yaptı". Nereye baktılar, milletin neresine baktılar da bunu gördüler? 27 Mayıs sabahı milletin bağrına külçe gibi bir ağrı çöktü. Ta şu iman tahtasının üstüne! Özellikle "ağrı" diyorum. Acı, yanma falan değil; künt bir ağrı. Sanki koca bir kaya parçası yuvarlandı yuvarlandı, göğsümüzün üstüne yılan gibi çöreklendi. Nefesimiz ağırlaştı, bakışlarımız donuklaştı, günün ışığı matlaştı.

Kayıtlara geçen 1 Mayıs gösterileri acaba nasıl bir havadaydı? Korkudan ödünüz patlardı! Aksaray'dan Saraçhane'ye doğru yürüyorlar; ellerinde tornadan çıkmış sopalar, slogan sesleri, evlerinde oturanlar bile dehşete düşüyordu. Ama bir rolü hayalleriyle biçimlendirip paylaşanlar için; o gösteriler toplumun, halkın sesiydi! Hele-hele, o meşhur 15-16 Haziran olayları... Şimdi internette "emekçilerin şanlı eylemi" diye tanıtılıyor. Halbuki bütün vatandaşlarımızı o olaylar bir işgal dehşetine maruz bırakmıştı. "Acaba mı?" korkusu, kapkara bir bulut gibi geçmişti üzerimizden... Peki o zamanki gençler bizim çocuklarımız değil miydiler? Elbette ki öyleydiler, ama kendilerinde değildiler; tanınmaz haldeydiler, yazılan senaryodaki inandırılan rollerini oynamakla meşguldüler... Şimdi büyüdüler, yazdıkları gerçeklik omurgasından tamamen mahrum şeyler... Çarpıtıyor değiller; öyle yaşadılar, öyle anlatıyorlar.

Eskiden büyüklerimiz "Kendine gel!" derdi ve biz bu sözün mesajını genellikle alırdık. Alamayanlarımıza o uyarıyı hayatın gerçekleri yaptı... Başa çarpan taşın uyarısı da aslen budur. Kendine gelmeyenleri hayat, başıboş bırakmaz. Sürekli uyarır, sen onları zulüm gibi görürsün. Sonra da bir gaflet rolünün rengine boyayıp nostalji arabeskinde teselli ararsın. Batsın bu dünya! Seni uyandıramadığı, ayıltamadığı, kendine getiremediği için mi batsın? "Hatamla sev beni"nin düz ifadesi, "hatamı sev benim!"dir. Sen kendinde olsan, hatanı kabullenme şuurunda olsan; işte o zaman "hatasız kul olmaz"ın anlamı yerini bulurdu... Basmış gaza uçuyor. Bir kolu dışarıda, profili yerinde, bir başrol oyuncusunun çalımıyla "hatamı sev benim!" diyor. Gencebay en hızlı zamanında böyle dinlendiğinin, bu sahnelerin rejisörü durumunda olduğunun eminim ki hâlâ farkında değildir. Bana göre kendinden kaçış rolünün aktörü olarak Fazıl Say da bir arabeskçi.

Şimdi, deizmle panteizmin kutsala pusu kuran ikame hilesinden ve onun müzik köküne vuran gölgesinden söz etmem, "insansız tabiat"ın sesi de resmi de ürkütücü kılan anlamından bahis açmam gerekmez. Şu kadarını söyleyebilirim ancak: Kendine gelmek; felsefesi, şiiri, müziği yapılacak kadar zengin bir kavram!

Yazar: Ahmet Selim
04-08-09
E mail: Mail Adresi Yok
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
KENDİNE GELMEK (Samîmî Olmak)
Online Kişi: 12
Bu Gün: 142 || Bu Ay: 4.490 || Toplam Ziyaretçi: 2.234.427 || Toplam Tıklanma: 52.286.798