ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 506
Yazar: Alim Kahraman
BİR OKUYUCU OLARAK MEHMET ÂKİF

BİR OKUYUCU OLARAK MEHMET ÂKİFYakından tanıyanlar, Mehmet Akif'i, hayatının değişik dönemlerinde ya birisinden bir kitabı okuyan, ya da birisine bir kitabı okutan kişi olarak anlatmaktadırlar.

Etrafıyla sürekli bir okuma alışverişi içindedir o. Bu alışverişi sağlamak için gerektiğinde, İstanbul'un bir semtinden uzak başka bir semtine evini taşımaktan geri durmaz. Akif'in, yakın dostlarıyla, haftanın belirli günlerini ayırdığı okuma zamanları vardır. Bu okuma ilişkilerinin eğitimle bağlantılı bir yönünün bulunduğu muhakkak. Fakat asıl, yaratıcı muhayyileyi harekete geçiren yönüne dikkat çekmek istiyorum ben. Ayrıca, okutucu-kitap-okuyucu formülüyle ifade edebileceğimiz söz konusu okuma biçimi, şahıslarla sınırlı kalmayan bir boyuta sahiptir. Buna da değineceğim.

Mehmet Akif'i topluca ele alınca içimize doğan, bir "kişilik"le karşı karşıya olma duygusudur. Akif'i tanımak, bu sağlam, sıkı, sahih kişiliği tanımak demektir. Şair ve yazar Akif'in nasıl bir okuyucu olduğunu anlamaya, bu kişiliğin bir boyutunu oluşturan okuyuculuğuna bakarak onu içerden tanımaya çalışalım.

İsterseniz önce kütüphanesinden başlayalım. Tanığımız Mithat Cemal Kuntay, "şarlatan olmayan bir kütüphane" olarak tanımlıyor Akif'in kitaplığını ve ekliyor: "Bu ufacık kütüphanede okunmadık tek kitap yok." Sayıca fazla olmayan bu kitaplar hangileriydi? Bunu bugün tam bir liste halinde ortaya koyacak bilgiye sahip değilsek de, okuduğundan haberdar olduğumuz kitaplarına bakınca, Akif'in okuma ilgilerinin boyutlarını aşağı yukarı hissedebiliyoruz. Yakınında bulunanların Akif hakkında yazdıkları yazı ve kitaplarda, bazılarının isimleri dağınık halde yer alan bu eserler, Akif'in okuma ilgilerinin Türkçe, Fransızca, Arapça ve Farsça'nın imkanlarını kullanan, hem doğuya hem de batıya doğru açılan ilgiler olduğunu gösteriyor.

Âkif-kitap ilişkisine tekrar dönelim. Şişirme olmayan kitaplığındaki eserleri nasıl okuyordu Akif? Cevabı Mithat Cemal veriyor: "Kitabı önce toptan sonra tenkit ederek okur, dördüncü okuyuşta intihaplarını yapardı. Az eseri çok okurdu. O gece bir aralık, bir kitabı bitirmek kolay değildir, dedi."

Okumayla ilgili çözümlemelerimizin bu aşamasında belki de önce okumanın temel donesini oluşturan "kitap" üzerinde durmalıyız. Mithat Cemal'in Akif için söylediği tarzdaki bir okumada, okunan kitabın bazı özelliklere sahip olması gerekir. Çünkü her kitap böylesi bir okumaya cevap verecek yüksek vasıfları taşıyamaz çünkü. Buradan okuyucunun bir özelliğine gidiyoruz: Seçicilik.. Böylece Akif'in kütüphanesinin hacmi de bir yere oturmuş oluyor. Bu az sayıdaki kitabın seçilmiş eserlerden meydana geldiğini düşünebiliriz. Bir okuyucu için "seçme" öncelikle, eseri ve yazarı seçme demektir. Akif örneğine bakarak okunan metinden bir iç seçme yapma anlamını taşıdığını da söyleyebiliyoruz. İyi okuyucular söz konusu edildiğine göre, bu iç seçmenin okuyucudan okuyucuya değişebilen, zevke dayalı bir boyutunun bulunduğuna işaret etmemiz lazım. Zevk sahibi okuyucuların okudukları kitaplardan yaptıkları seçmeler, esere nüfuz etme güçlerini de gösterir. Mithat Cemal'in Akif için söylediği "edebiyatın en ücra yerlerini biliyordu" sözleri Âkif'deki nüfûz derinliğini göstermesi bakımından anlamlıdır

Akif’in okumasının eğitimle ilgili bir tarafının bulunduğuna işaret etmiştim. Bu tarafıyla okuyucu bir öğrenicidir. Kitabı bütün girdisi çıktısıyla sonuna kadar tanımak; metnin, okuyucuya açılmadık bir yönünün kalmaması anlamında bir öğrenmedir bu. Okuyucunun kitabı bütünüyle avucunun içine alması, onu bu yönden bitirmesidir. Ancak şunu hemen belirtelim ki, yüksek vasıflar taşıyan bir sanat eseri için "bitirme" sözünün görece bir anlam taşıması kaçınılmazdır. Bir sanat eserini, bir sanat metnini bütünüyle bitirmek mümkün değildir. Yeni bir bakış, farklı bir çerçeve içine yerleştirerek bakmak, daha önce farkına varılmayan bir boyutuyla diriltecektir o eseri.

Zihnî aktivite bakımdan çalışkan bir okuyucudur Akif. Mithat Cemal'den izleyelim: "Okurken de yazarken de başının bütün melekeleriyle çalışkandı. 'Okudum' demesi 'anladım' demekti." Bu konuda Akif için baş vurabileceğimiz bir başka tanık da Ömer Rıza Doğrul'dur. Şöyle diyor: "Akif gibi okuyana nadir tesadüf olunur. Bir eserden ne öğrenmek mümkünse hepsini öğrenmeden ve lâyıkıyla öğrenmeden, unutmayacak bir halde öğrenmeden eseri bırakmazdı. Okuduğu her eseri birkaç kere okumaktan çekinmez, iyice anlamadığı her noktayı erbabına müracaat ederek lâyıkıyla anlamadan eseri bırakmazdı."

"Erbabına müracaat etmek" bir yönüyle bizi yine aynı noktaya sevkediyor: Öğrenme faaliyeti.. Yaratıcı muhayyilenin ürünü olan eserlerde bu yön, daha çok, eserin içine oturduğu kültürel dokuyu ifade etmektedir.

Tekrar başa dönerek, okuma ediminin okuyan-eser (metin) olarak belirlenebilecek basit biçimi yanında okuyan-metin-okutan şeklinde formülleştirilebilecek üçlü durumuna işaret etmek istiyorum. Âkif, hayatının çeşitli dönemlerinde erbabından bazı eserleri okuduğu gibi (meselâ Musa Kâzım Efendi'den Şeyh Bedrettin'in Varidatını okumuştur) kendisi de yetişme kabiliyeti gördüğü gençlerle ilgilenmekten geri durmamış, onlara bazı kitapları okutmuştur (Mithat Cemal Kuntay, Mehmet Emin Erişirgil, Mahir iz isimleri sayılabilir ilk anda). Mahir iz, böyle bir okuma başlangıcını şöyle anlatıyor: "Aynı vapura bindik, 'ikbâl bana Peyam-i Meşrık'ı göndermiş, ben iki kere okudum, güzel kitap. İstersen bir kere de beraber okuyalım' dedi; memnuniyetle şükranlarımı bildirdim. Salı günlerini buluşma günü olarak kararlaştırdık. Bir Salı kendileri geliyor, bir salı ben gidiyordum. Kitabı ben okuyor, o dinliyordu. "Âkif, hem teklifi yaparken hem de uygulama aşamasında, işin bir hoca-öğrenci ilişkisi görünümü kazanmamasına, teklifsiz bir şekilde gerçekleşmesine dikkat ederek büyük bir tevazu örneği de vermiş oluyor.

Mahir İz'in hatıraları arasında ilgi çekici bir üçlü okuma örneği daha var. Onu da alıntılayarak bu konunun başka bir yönü üzerinde durmak istiyorum. "Bizim evde Muallim arkadaşlarımızla her akşam yapılan toplantıya bir gece -bir düğün münasebetiyle- kimse gelmedi. Ben de yalnız oturmaktansa Dergâh'a [Ankara'daki Tacettin Dergâhı kastediliyor- Â.K.] gittim. Baktım, Üstad bir sedirin üstünde bağdaş kurmuş, Münir Beyde karşısındaki bir yer minderinde diz çökmüş, elinde Hâfız Divanı okuyordu. Ben kapının yanındaki bir yer minderine oturdum, dinlemeye başladım. Münir Bey durakladıkça Âkif Bey gazeli kaldığı yerden alıyor ve ezbere tamamlıyordu. Elinde kitap yoktu. Bu hâl, ders bitinceye kadar belki üç, beş, on kere devam etti. Ben Âkif Bey'in hafızasına hayran kaldım. Ertesi sabah bize gelince bu hayretimi kendisine açtım.'Münir'e onsekizinci okutuşumdur' dedi. Yani on yedi kişiye daha evvel okutmuş, on sekizincisi Münir Bey'miş."

On sekiz sayısına ulaşacak kadar bir kitabı başka birine okutmak. Bu okutmalar Âkif için de birer okumadır aynı zamanda. Burada okuyanların her seferinde değişiyor olmasını da düşünmek lâzım. Âkif, bir yönüyle öğretici konumundadır bu okumalarda. Fakat Âkif'i "okutan-okuyucu" durumuyla ele alalım. O, şahıs olarak bir bilgi taşıyıcısı ve aktarıcısı değildir yalnızca. Bir şair (sanatçı) duyarlılığına sahiptir aynı zamanda. Ayrıca söz konusu olan metin (Hafız Divanı) de önemlidir. Sıradan bir eser değildir o. Şöyle bir tablo çıkıyor önümüze: Üstün vasıflar taşıyan bir sanat eseri, yaratıcı muhayyileye sahip bir büyük şair tarafından, her seferinde yeni bir algılayıcı muhayyileye sunulmaktadır. Bireysel olarak bu okutmanın (okumanın) Akif'in sanatçı kişiliğine katkısını tahmin etmek güç olmasa gerek. Kendi orijinalitesini keşfetmiş bir şair için, etkilenme denemez bu katkıya; onun buluşçu tarafının beslenmesidir bu okuma. Metin okumayı bir dış akış olarak değerlendirirsek, sanatçının kendi iç akışı beslenip tazelenecektir bu anda.

Yukarıdan beri üzerinde durduğumuz ve bir yönüyle Akif'in hayatındaki kişisel biçimlerini ortaya koyduğumuz bu okuma şeklinin, bir başka yönden bakıldığında, Mehmet Akif'in dışında gelişen bir çerçeveye sahip olduğu görülmektedir.Topluma ait kültürel yaşantı dairesidir bu. Söz konusu okuma modelini, o bağlamın bir unsuru olarak da kısaca ele almamız gerekiyor.

Bir gün Ahmet Hamdi Tanpınar Yahya Kemâl'e "Neydi bu eskilerin hayatı acaba, nasıl yaşarlardı" diye sorduğunda "Gayet basit" der Yahya Kemâl; "pilav yiyerek ve mesnevî okuyarak. Medeniyetimiz pilav ve mesnevî medeniyetiydi." Bu sözlerdeki Yahya Kemâl'e has sadeliğe dikkat çekmek isterim. Yahya Kemâl, eski hayatı, üstün bir sadeleştirme gücüyle, iki unsur etrafında canlandırıyor. Bir insan portresini, maddesi ve manasını besleyen iki öğeyle şekillendiriyor. Vazgeçilmez bir öğesi olarak toplumumuzun mutfak kültürünü temsil eden pilavı şimdilik biryana bırakalım. Konumuz bakımından okuma edimine işaret eden "mesnevî"yi ele alalım. Gerçi ilk elde "mesnevî" burada bir türü adlandırıyor. Ancak, tür adını kendine özel ad haline getirmiş olan Mevlâna'nın eserini de çağrıştırmış oluyor. Mevlâna'nın Mesnevi'si, Akif'in on sekizinci defa bir talebesine okuttuğunu öğrendiğimiz Hafız Divanı gibi, eski kültürümüzün klâsikleri arasındadır. Bunlara Sâdi'nin Bostan ve Gülistan'ını da ekleyebiliriz. Adını andığım bu eserler, ehli tarafından, bahsettiğim okutma yöntemiyle, yüz yıllar boyunca okuna gelmiş eserlerdendir. Şerh yazma geleneği de bu okuma zincirinin bir parçası gibidir.

Bu hatırlatmalardan sonra Mehmet Akif'e dönerek dönemin yatay bir kesitini alırsak, Akif'in böyle bir okuma terbiyesinin ucunda duran konumunu da tespit etmiş oluruz. O, kendi kültürel kaynaklarıyla içten bir ilişkinin adamıdır. Döneminin ve Akif'in moderne açılan yüzü düşünülürse onun, milletine ait kültürel kaynaklar karşısındaki bu konumunun başlı başına bir önem taşıdığı ortaya çıkacaktır. Akif'in geleneksel kültürle ilişkisinin içten yanına özellikle dikkat çekmek istiyorum."Bildiklerini iyi bilme"bu okuma terbiyesini tanımış olan yazarların bir özelliğidir."Sağlam, sıkı yapı"sözlerimizin karşılığıdır bu özellik.

Bir noktaya daha işaret ederek tamamlayayım sözlerimi.

Akif'in kendi kültür değerlerimiz karşısındaki "içerden" konumuna işaret ettik. Buna ilave olarak 'içerden fakat içine kapalı değil' diye de eklememiz gerekir. Onun, Fransızca ile sembolleştirdiğimiz, kişiliğinin batı kültür ve edebiyatına açık boyutunu hiçbir zaman gözden kaçırmamamız gerekir.

"Mehmet Âkif, Türkiye'de Modernleşme ve Gençlik" 70 yıl sonra Mehmet Akif bilgi şöleninde sunulan bildirilerinden oluşan TYB'nin 30. Mehmet Akif Ersoy Araştırmaları Merkezinin 1. kitabı. Mart 2007

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Alim Kahraman
01-02-21
E mail: tyb.org.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BİR OKUYUCU OLARAK MEHMET ÂKİF
Online Kişi: 23
Bu Gün: 182 || Bu Ay: 9.405 || Toplam Ziyaretçi: 2.201.080 || Toplam Tıklanma: 51.941.837