ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 337
Yazar: Ercan Yıldırım
İslamcıların değişen tebliğ algısı: Önce kendini ve aileni değiştir!

İslamcıların değişen tebliğ algısı: Önce kendini ve aileni değiştir!İktidara geldik, çocuklarımızı kaybediyoruz

Kamusal alanda var olmayı, temsiliyeti ve katılımı idealize eden İslamcılık düşüncesi amacına ulaştı fakat bu sefer de asli olandan uzaklaştığını farketti; dijital tekno-kültür çağında çok daha ciddi ve köklü meselelerle karşılaştı. İslamcılar kamusal alanda varlıklarını temellendirirken sundukları dindarlık göstergelerinin kendi çocuklarında kökleşmeme çelişkisini gördü.

Türkiye'de İslamcılık düşüncesinin 1980 sonrasındaki görünümü neoliberal İslamcılık, kamusal alanı dönüştürmekten çok kamusal alanda yer bulmaya yönelikti. Belki imparatorluk asaletinin hala devlette aktığı fikrinden belki "kerim devlet" düşüncesinden İslamcılar devlet ile yönetenleri ayrı tuttu sürekli. 1960 sonrasında bilhassa tercümelerin etkisi, öteki ideolojilerin kendi yollarını çizmesi nedeniyle İslamcılar devleti yöneten Batılı Kemalist idareyi ve rejimi büsbütün devletin kendisiyle özdeşleştirerek karşı cepheye yerleştirdi. 12 Eylül'den sonra neoliberalizmin ülkeye hızlı girişi, iktisadi politikaların Türkiye'deki her kesimi içine alması bu algıyı yumuşattı. Artık reddedilen değil "ele geçirilmesi gereken" bir mevzi halini aldı kamusal alan. İslam devleti, İslam Cumhuriyeti, İslami yönetim, hilafet, İslami toplum gibi dönüşüm talepleri yerini "kamusal alanı sahiplenme"ye, "kamusalı dindar kimlikle" buluşturmaya yöneldi. Bu da ister istemez "ara modellerle", uzlaşma formülleriyle dindar-İslamcı kimliğin "merkeze yürüyüşü"ne meşruiyet kanalları oluşturmayı gerektiriyordu.

1990'ların tezleri

Kamusal alanda başörtüsünün yer bulması, dindar kimliğin temsiliyeti, üniversitelerde başörtüsüyle eğitim, temel eğitimde din öğretimi gibi hususlar yani mağduriyet İslamcı tezleri belirledi. Buna neoliberal siyasallığın tesiriyle çokkültürlülük, çok hukukluluk, hoşgörü kavramları üzerinden ulus devlet mekanizmasının esnetilmesi girişimleri eklense de İslamcılar için aslında "kamusal alanda yer bulma" tek geçerli "ide, hedef, rüya" oldu.

Modernizm eleştirisinden İslam'ın ekonomik, siyasi, hukuki modellemelerine kadar her tez ve argüman temsil ve katılım kavgasının aracı kılındı. Böylece İslami dönüşüm aslında sistemin yenilenmesini değil dindar-İslamcı kimliğin yer tutmasını içeriyordu. Yıllarca dışlanan, horlanan, yok sayılan insanlar... Tek Parti elitinin halka yukarıdan bakışı, "değer"lerinin yok farz edilmesi, küçümsenmesi... türü tezler Müslümanların ontolojik olarak karşı durduğu yapıya eleştirilerinin temel belirleyeni oldu. Halbuki temelde sorun 1924 sonrasındaki yapı iken 1980 ile mesele benimsenen devlet mekanizmasının içinde "Dindar-İslamcı kimliğiyle yer tutulabileceği"ne indirgendi. Kamuya yerleşmenin yanında 90'ların İslamcı gündemi ve aydınlarının öteki tartışma konuları da ideal-tarihi İslamcı düşünceyi yansıtmıyordu; tam aksine onlar da etnik, mezhep kimliğiyle düzenin merkezinde temsil edilmeyi, reel demokratik işleyişin AB normları, çok kültürlülük, çoğulculuk, çok hukukluluk eşliğinde yeniden yorumlanmasını öne çekiyordu.

Çocukları kurtarmak!

Kamusal alanda var olmayı, temsiliyeti ve katılımı idealize eden İslamcılık düşüncesi amacına ulaştı fakat bu sefer de asli olandan uzaklaştığını farketti; dijital tekno-kültür çağında çok daha ciddi ve köklü meselelerle karşılaştı.

İslamcılar, dindarlar kamusal alanı kontrol ederek başka'larının kurtuluşunu vaat ederken şimdilerde yalnız kendi ailelerini, çocuklarını, çevrelerini kurtarmanın derdine düştü. İslamcılar kamusal alanda varlıklarını temellendirirken sundukları dindarlık göstergelerinin kendi çocuklarında kökleşmeme çelişkisinin şokunu atlatmaya çalışıyor. İslamcılar dindarlık ve geleneksellik emarelerini kamudaki, başka'daki sekülerliği arındırmaya karşı panzehir gibi sunarken kendi yakın çevresindeki dijital tekno-kültürün sekülerleştirdiği bireylere "tebliğ" faaliyeti yürütmeye başladı. Başka'larına, kamuya "tebliğ" yürütmek Müslümanın vazifelerinden biri olmasına rağmen ilahi hitap uyarınca "öncelikle" kendi birinci halkasını, ailesini şuurlandırma yeniden Müslümanların, İslamcı muhafazakarların gündemine girdi.

İslamcılar, muhafazakarlar Filistin'i, Açe'yi, Keşmir'i, Doğu Türkistan'ı topyekun insanlığı kurtarma söyleminden öncelikle kendi çocuğuna, çevresine "İslami bilinç" verme, deizm, sekülerizm gibi yönelimlerden uzaklaştırma, "aileyi kurtarma" eğilimine girdi. Dijital tekno-kültürün etkisi altındaki bilhassa Z Kuşağı adı verilen gençlik angajmanlara gelemeyen, retoriği kaldıramayan, değer aktarımını "duyar kasma" görüp tahfif eden bir yapıya sahip. Mesaj, tebliğ, yönlendirme, bilinçlendirme gibi faaliyetlere karşı direnç kazanan bu kuşağın siyasal alanda, medyada, dizi ve film sahasında gösterge yoğun ideolojik yönlendirmeler, tarihi dizilerin hamasetle örülü aktivizmi, aleni siyasi göndermeler nedeniyle şuurlanma doygunluğu, milli ve yerli değer aktarımında bilinçlenme yorgunluğu geçirdiğini söyleyebiliriz.

Dijital tekno-gençlik

Geçmişin eksiklerini tamamlamak isterken simgelerle örülü, sembollere dayalı, karakter yoğun imgelerle bezenmiş tarih-şuur atmosferi, kamusal alandan sosyal medyaya sürekli kılındığı için bu dikte ettirici, didaktik tarz motivasyonu ve konsantrasyonu beş-on dakikaya inen nesli bir anlamda duyarsızlaştırdı. Aşırı göndermeler içeren mesaj mantığı, ortada reel tehdit görmeden aktarılınca temelsiz bir boşluk ortamı doğurdu. 2013 sonrasındaki süreçte özneyi milliyetçi-dindar-muhafazakar cenahın oluşturup söylemi belirlemesi, merkez fikrinin bu kuşakta yer bulmamasına neden oldu. Milenyum öncesi kuşaklar "mağduriyetler" üzerinden müşterekleşebilirken merkezi tutan milliyetçi-muhafazakar damarın söylemi cazibe oluşturmadı. Hakikatin çoğulluğu, bireyin dijital tekno-kültürde kendilik bilgisinin güçlü kılınması siyasi söylemin, erkin telkinlerini sürekli sorgulama, yeri geldiğinde kritik etme ve uzak durma tavrına götürdü.

Beslenme kaynaklarının çoğulluğu, sosyal medya ve tekno-kültürel araçların çeşitliliği "bağlanma"yı erteledi, unutturdu. Sürekli değişen görüntülerin, seslerin, bilgi akışının, değer skalasının arasında sabit gerçekliğin aşılması kamusal varlığın kültürel ve zihinsel tutumlarda, eylemlerde karşılıksız kalmasına yol açtı. Post truth'un yani gerçekliğin rahatlıkla kişiselleştirilebilmesi retorik yoğun söylemin temelsizliğinin dijital tekno-kültürün sunduğu imkanlarla doğrulanabilmesi, gerçekleri saptırmanın mümkünlüğüne karşın uzun süre gizlenememesi kamusaldaki varlığın niteliğini de sorgulanır kılıyor. Dindarlık göstergelerine karşın, İslami olanın iktisadi-hukuki-eğitim sahalarında yer bulmaması söylemin sahiciliğini gündeme getiriyor. Belki de tebliği en yakınına yapma ihtiyacı duyulmasının nedeni gençliğin, Soğuk Savaş dönemi İslamcılarının çocuklarının gösterge dindarlığını, kamusal muhafazakarlığı sahici bulmamasından ileri geliyor. Belki de İslami olanın iktisattan-gündelik hayattan-hukuk ve eğitim sahalarından ne kadar uzak kalırsa dindarlık göstergelerinin o derece yükseldiğini bu genç beyinler erkenden tecrübe etmişler!

Tebliği imkansızlaştırmak

İktisadi konforun, gelişmişlik düzeyinin kültürel sahaya doğrudan etkisi var. Kapitalizmin merkez ülkeleri kadar ekonomik gelişmişliğimiz bulunmasa da kültürel bazda aynı muasır medeniyet seviyesini yakaladığımızı söyleyebiliriz. Bırakın başka'sının çocuğunu kendi akrabasıyla bile ilgilenme, tebliğde bulunma, başını okşamanın "taciz ithamı tehlikesi"yle karşı karşıya bulunuyoruz. Bilhassa 2013 sonrasında FETÖ'nün faaliyetleri nedeniyle tüm cemaat ve tarikatların, grupların "olağan şüpheli" durumuna gelmesi, toplumdaki dindarlık algısının, tecrübî dindarlığın, tebliğin bitimini getirdi. Herhangi bir konuda ikazda bulunmak, yol göstermek, emri bil maruf nehyi anil münker sorumluluğunu asgari düzeyde yerine getirmek bile bu darbe fırtınası yüzünden zorlaştı. Şüphe toplumuna döndük ister istemez; dini yönelimler, değer ve ahlaki umdeler bağlamındaki şüphecilik salgınla beraber virüs aktarımı nedeniyle daha da yoğunlaştı.

Neoliberal İslamcılık zafere ulaştı; mağduriyetler giderildi, dindar kimlikle kamusal alanda yer alındı, merkez muhafazakar kültürle donatıldı. Neoliberal siyasallık 2015 yılına kadar belirgin ivme kazansa da milli-yerli süreçle nihayete erdi, dünyada üretilen tüketim kültürü araçlarıyla beraber çevredekilere de ulaştı, haliyle neoliberal İslamcılık ciddi başarı kazandı, gösterge dindarlığı sürerken neoliberal iktisadi yönelimler de varlığını devam ettiriyor. Bu evrede görüldü ki Meşrutiyet dönemindeki gibi modernleşme hareketleri dindarları ciddi manada tesiri altına alabiliyor; özellikle liberalizm, küresel kültür, kamusal dindarlık Müslümanları dönüştürmede çok başarılı... Bu anlamda klasik Batı'nın tekniğini veya kültürünü alma ikilemi de ortadan kalktı; teknoloji geliştirme ve ağır sanayi tam manasıyla kurulmasa bile teknik yönelimler ile Batı medeniyetinin kültürel etkileri eş anlı dindar-muhafazakar bünyeye yerleşti.

Düzen fikrinin çöküşü

Mağduriyetlerin giderilmesi ve merkezde yer tutma İslamcıların Soğuk Savaş'ın son yıllarındaki varlık sebeplerini de ortadan kaldırdı. Bu sefer de tekno-dindarlığın yan etkileri yani deizm-laikleşme-sekülerleşme "hane halkı"nı istila edince kendilerine yeni bir misyon da bulmuş oldular. Bu evrede yine İslami dönüşüm fikri ebter kaldı tabii ki; kapitalizmle hesaplaşma, dünya sistemiyle kozlarını paylaşma, hukuk-eğitim-iktisat ve gündelik hayatın İslami olanla kurulması yani düzen fikri bir şekilde yeniden bastırıldı. Eğitim kurumlarına din dersleri geldi, İslami vakıf, okul ve kurumların sayısı arttı, geleneksele dair desteklemeler çoğaldı, milli ve yerli kökler hemen her alanda yoğunlaştı, artık belirli günlerde evlerden İstiklal Marşları söylenmeye başladı, Kur'an'ı güzel okuma yarışmaları tertip edildi. Bu yoğun kamusal dindarlık göstergeleri düzen fikriyle desteklenmeyince simgeselleşti.

Soğuk Savaş dönemindeki İslam devleti arayışının belirgin bağlamı bu kamusal dindarlıkta yerini alıyor esasında; Tek Parti'nin mağduriyet de içeren uygulamaları günümüzde nizam fikrini sürekli ve canlı tutmanın önüne geçiyor. Bunun devamında İslamcıların, devlete çok fazla eklemlenmesi eleştirisi de getirilince İmparatorluk dönemindeki devlet-İslamcılık bütünlüğü unutturuluyor. İslamcılık bu aşamada "devlet tecrübesi"nin İslamcıları bozduğu kanaatiyle her ikisini ayırma girişimine sahne oluyor. Bu da özel hayatta, gençlikte İslami olanın beklendiği gibi gelişmemesinin verdiği fetreti değerlendirme girişiminin sonucu; devlet mekanizması ile Müslümanları ayrıştırma çabası Kemalizmin, dünya sisteminin temel taktiği.

İslamcılığın geleceği

Türkiye'de İslamcılar, İslamcılık düşüncesinin bu memleketin asli fikriyatı, Türkiye'nin ve ümmetin meseleleriyle İslamcıların meselelerin ayrıştırılamaz olduğu bilinciyle otokton (yerli), inşacı, temelci bir anlayışa geçmek mecburiyetinde.

Yalnızca kamuya hitap etmek, dindarlık göstergeleriyle yetinmeden İslam'ı iktisadi-siyasi-hukuki-eğitim boyutlarıyla bütüncül alıp bir dönüşüm programı geliştirmek mecburiyetinde. Neoliberal İslamcılığın AB söylemine yatkın demokratikleşme, mağduriyet üzerinden merkezde yer tutma, devlet mekanizmasını araçsallaştırma, cari dünya sisteminin eko-politiği ve küresel kültür yönelimlerinin ötesine geçmek, aşmak zorunluluğu hep vardı şimdilerde daha da güçlendi.

Kamuyu dindar göstergelerle donatmaya çalışırken ev ahalisinin İslamiliği riske giriyorsa burada bir metodolojik yanlışlık, zihnî eksiklik var demektir. Hatayı, kötüyü bilip kabullenmek, statüko ve dünya sistemiyle uzlaşma arayışına girmek, gayrı meşru usul ile meşru inşasının imkansızlığını belirlemek, bataklıkta gül yetişmeyeceğini tecrübe ederek temellendirmek, Batı medeniyetini o medeniyetin alamet-i farikalarıyla alt etmek, kötüden kötü çıkacağı ön kabulüyle hareket etmek, bu dünyanın tüm nimetlerini tatmanın Müslüman'a meşru olmadığını göz önünde bulunarak inşacı söylem geliştirmek gerekir. Bunun için biz Türkler "doğal düşünce"miz olan İslamcılığı yeniden organize etmeyi, etik eylemlilik bilinci geliştirip öncelikle kendimizi kurtarmayı, sonra tebliği en yakınımızdan başlayarak gerçekleştirmeyi, sağlam bir alt yapı ve İslami düzen fikrini dinamik tutup başka'sını kurtarmayı düşünmeliyiz.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ercan Yıldırım
25-05-21
E mail: star.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
İslamcıların değişen tebliğ algısı: Önce kendini ve aileni değiştir!
Online Kişi: 20
Bu Gün: 586 || Bu Ay: 9.190 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.776 || Toplam Tıklanma: 51.939.626