ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / DİL KALESİ
Okunma Sayısı: 543
Yazar: D. Mehmet Doğan
89 yıl önce dil kurultayında tasfiyecileri köşeye sıkıştıran Hüseyin Cahit Yalçın

89 yıl önce dil kurultayında tasfiyecileri köşeye sıkıştıran Hüseyin Cahit Yalçın89 yıl önce bugün Dil Kurultayı’nda Hüseyin Cahit tsunamisi!

26 Eylül’de açılan Kurultay 30 Eylül cuma günü tatildi…

Bugünün nesilleri “Cuma tatili”nin Osmanlılardan kalma olduğunu sanır! Cuma tatili Cumhuriyetten sonra ihdas edilmiştir ve 1935’e kadar cuma günleri tatil olmuştur. Dil Kurultayı da bu yüzden bir gün tatil edilmiştir. 1 Ekim cumartesi günü kaldığı yerden konuşmalar devam eder. Konuşmalar iki tema etrafında sürer. Birincisi, Türkçenin müthiş bir dil olduğu ve bütün dillerin, bilhassa da Avrupa dillerinin anası olduğu iddia edilir. Türkçe Hind-Avrupa dil ailesindendir de denilir ama bunu Avrupalı dilcilere kabul ettirmek mümkün olmadığından, daha çok “Hind Avrupa dilleri de türkçeden çıkmıştır” denilir.

İkinci tema, Osmanlı düşmanlığıdır. Bu düşmanlık o günkü yöneticilerin meşruiyeti için mecburiyet gibi görülmüştür. Altı asır var olmuş, en az iki asır dünyanın en güçlü devleti olarak âleme nizam vermiş Osmanlı Devleti’nin ne kadar berbat, pespaye, sefil bir devlet olduğu anlatılır durur. Buna rağmen bunca zaman ayakta kalması, dünyanın ana kıt’asında mühim bir coğrafyada hükümran olması dikkate alınmaz.

Hüseyin Cahit Yalçın

Osmanlılar en büyük fenalığı dilimize yapmışlardır! Bu da olumsuz örnekler üzerinden anlatılır durur. En büyük şair ve yazarlarımızın Osmanlı döneminde yetiştiği gerçeği göz ardı edilir. Bugün dahi en büyük şairlerimiz, yazarlarımız listesine Osmanlı döneminde doğan, büyüyen, yazanlar dışında girecek isim eklemek pek mümkün olmamaktadır. Buna rağmen ucuzundan türkçe kaatili Osmanlı iddiası tekrarlanır. Osmanlılar gerçekten dile müdahale etmiş olabilir mi?

Dil Kurultayı’nın temel tezlerinin külliyen çürük olduğunu o günlerde söylemek imkânsızdı, şimdi bu tezlere hakikat nazarıyla bakmak mümkün değil!

Osmanlının bir “dil kurumu” yoktu!

Hiçbir Osmanlı padişahı veya yüksek yöneticisi dili arapça ve farsça kelimelerle doldurun dememiştir! Aksine türkçenin önünü açmak için gayretleriyle bilinen Osmanlı padişahları vardır. İlk akla gelenleri 2. Murat ve Fâtih’dir. İlaveten, Osmanlı padişahlarının çoğu türkçe şiirler yazmıştır, hatta 4. Murat gibi âşık/halk tarzı şiir yazanları da vardır. Fatih ve Kanunî büyük şair sıfatını hak edecek hükümdarlardır. Onların bazı mısraları, beyitleri günümüzde de dilimizden düşmemektedir.

Öyle anlaşılıyor ki, 1 Ekimden itibaren sahte ve sahtekâr dilcilerden sonra sıra gerçek edebiyatçılara gelecektir. Buna rağmen 1 ekimde yine bunlardan sıra edebiyatçılara gelememiştir.

2 Ekim ise kurultayda havanın değiştiği bir gündür. Çünkü edebiyatçılara, yazarlara, gazetecilere söz verilmiştir.

Edebiyat-ı Cedide şairlerinden Faik Ali (Ozansoy) konuşur. Bütün sosyal kurumlar gibi edebiyat da çok köklü ve vatan işlerinin her şubesile alâkadar bir konu ve kavramdır. Dilde mevcut kelimeler, kökenleri ne olursa olsun dilden çıkarılmamalıdır. “Çünkü onlara biz istediğimiz gibi tasarruf ettik ve tamamen kendimize malettik. Bu tarzda dilde kökleşmiş çok kelimeler vardır. Bunları atamayız.” Biz arapça ve acemcenin esiri değil, müessiri olduk, onlara tahakküm ettik. Şu veya bu kelimeleri lisandan çıkarmak olmaz. Zira kelimeler de canlı mahlûklar gibidir. Hayatiyetlerini kaybedenler zaten yaşıyamazlar.” ıslah zamanla ve kendiliğinden olacaktır…

Fâik Âlî Bey rüşvet-i kelamı da ihmal etmez: “Büyük Gazi’yi işaretle bu büyük himmetinden dolayı en hayırlı ve büyük vatan evladını hürmetle andığını söyliyerek kürsüden indi ve alkışlandı.”

Kurultayda ilk defa sağduyu konuşmaktadır. Dilin sahibi millettir ve milletin edebiyatçılarının bütün işi dilledir. Bu yüzden onlar kelimelerin kadrini en iyi bilirler. Daha sonra konuşan bazı edebiyatçılar da her şeye rağmen doğru sözler etmeye çalışmışlardır. Yahya Kemal’in davet edildiği halde kurultaya katılmadığını da hatırlamak lâzımdır. Gerekçe olarak “benim dille ilgili ilmim değil vehmim var” demiştir. Onun vehmi, o kurultayda sahte/sahtekâr dilci olarak piyasaya sürülenlerin hepsinden daha fazla sağduyunun ve ilmin ifadesidir!

Hüseyin Cahid iskambil kağıdından kuleleri yıkıyor!

Kurultay’da asıl fırtına ünlü gazeteci Hüseyin Cahid (Yalçın)ın konuşmasından sonra kopar. O da Edebiyat-ı cedidecilerdendir, fakat ittihatçıların en ünlü gazetecileri arasında yer almıştır. Hüseyin Cahid, Kesin olarak batıcıydı, laikdi fakat hürriyetçi ve liberaldi. Bu yüzden İstiklâl Mahkemesi onu sürgünle cezalandırılmıştı. Sonra bir kanun değişikliği ile cezasını çekmiş sayıldı. Yıllardır belli bir işi yoktu. Aradan epeyce zaman geçtiği için üst irade onun burnunun yeterince sürtüldüğünü tahmin ederek Dil Kurultayı’nda katılmasını uygun bulmuş olmalıydı. Kurultay onun bağlılıklarını arz etmesi için bir fırsat olabilirdi. Gelir, lidere bağlılığını beyan eder, mürşitliğini tanır, yapılmak istenen işi yüceltir ve nan u nimete kavuşurdu…

Kurultay’ın 6. günü kürsüye çağrıldı. O salonda söylenen en makul sözleri fütursuzca o söyledi. “Dil zorlamayla gelişmez” dedi, “kendi tabii seyri içinde zaten değişiyor ve gelişiyor” dedi. Beş gündür konuşulanları yerle bir etti:

“Dil sun’i bir âlet değil, tabiî bir kurumdur. Dil sosyal bir müessesedir ve sosyal hareketlerle yürür. Yabancı kelimeler bir dile tarihî bir zaruret ve icap neticesi girerler. Bu itibarla kelimeleri atarak yerlerine eski türkçeyi getirmek lisanda yeni müşkülleri ve ihtilatları mucip olabilir (karışıklıklara yol açabilir). Lisanda tasfiye zorla olmaz, kendiliğinden ve tekâmül merhalelerile olur…”

Dolmabahçe Dolmabahçe olalı böyle fırtına görmemişti… Günlerdir iskambil kâğıdı ile yükseltilen kule birden çökmüştü.

Hüseyin Cahid’in meydana getirdiği havaya dağıtmak için kimler konuşmadı ki?

Önce Hasan Âli (Yücel) konuştu, o sırada Gazi Terbiye Enstitüsü müdürü idi. Bu kurultay onun dikkat çekmesine vesile oldu, yolu bakanlığa kadar açıldı. Ali Canip (Yöntem), Fazıl Ahmet (Aykaç), Namdar Rahmi (Karatay), Sadri Ertem konuştular. Hüseyin Cahid bunlara yerli yerince cevaplar verdi. Onlara batıcılık ve modernlik konusunda kıdemini de hatırlatmadan geçmedi.

Şimdi sıra asıl ağır topların cevabına gelmişti. Elbette ilk konuşacak şahıs Samih Rifat olmalıydı. Çünkü o bu kurultayı düzenleyen Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin reisi idi. Konuşması baştan sona retorikdi, Hüseyin Cahid beyi temel mantık hataları yapmakla suçladı.

Hüseyin Cahid ona da cevap vermek istediyse de müzakerenin yeterli olduğu iddiasıyla kurultay reisi (TBMM başkanı Kâzım Özalp) celseyi (oturumu) tatil etti!...

Ertesi gün, dil devriminin esas silahşörlerinden Ahmed Cevat konuştu.

Hüseyin Cahid’in konuşmasının meydana getirdiği depremin tsunamisi Boğaz kıyısındaki Dolmabahçe’yi fena halde sarsıyordu.

Buna öyle biri, öyle bir cevap vermeli idi ki…

(Devam edeceğiz)

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: D. Mehmet Doğan
02-10-21
E mail: tyb.org.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
89 yıl önce dil kurultayında tasfiyecileri köşeye sıkıştıran Hüseyin Cahit Yalçın
Online Kişi: 20
Bu Gün: 241 || Bu Ay: 5.631 || Toplam Ziyaretçi: 2.214.188 || Toplam Tıklanma: 52.109.179