ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / MAÂRİF (Eğitimle İlgili Yazılar)
Okunma Sayısı: 298
Yazar: Ufuk Coşkun
BİLGİ YÜKLEMEKTEN BİLGELİĞE SIRA GELMEDİ

BİLGİ YÜKLEMEKTEN BİLGELİĞE SIRA GELMEDİMontaigne, bilgi birikimini ikiye ayırmıştı. Bilgi ve bilgelik. Bilgi, akademik bir yığın konular. Bilgelik ise; daha derinlikli daha değerli, kalıcı ve insanın mutlu, ahlaklı, erdem sahibi olarak yaşamasına yardımcı olabilecek hemen her şey.

Bu eksikliği kendisi de fark etmişti. Profesyonel kadrosu ve iyi bir müdürü olmasına karşın onun gittiği okulun temel sorunu bilgi vermek üzere yoğunlaşması ama bilgeliği öğretmeyi başaramaması idi.

Bugün de eğitim sistemlerinin saçmalığı budur. Bu sistemlerin hedefi bizi iyi ve bilge biri haline getirmek değil bilgili bir insan yapmaktır.

Okul söz konusu olunca genellikle sorulan soru şudur; Matematik bilgisi iyi mi? Ya da İyi flüt çalabiliyor r mu? Oysa asıl sorulması gereken soru; “Bu insan daha iyi biri daha bilge biri oldu mu?olmalıdır.

Montaigne bir keresinde şöyle demişti. “Üniversite rektörlerinden daha bilge ve daha mutlu yüzlerce zanaatkâr ve çiftçi gördüm.”

Bilgi aktarımı yapmaktan bilgelik aşılamaya vakti kalmayan eğitimciler ve eğitim sistemleri hakkında Foucault da iki çift laf eder.

Ona göre diploma asıl olarak diploması olmayan insanlar için anlamlıdır. Kaldı ki diplomanın amacı, bilgiye ticari bir değer kazandırmaktır.

Daha da vahimi Foucault’a göre okul öğretmenle öğrenci arasında iktidar ilişkisinin kurulduğu bir kurumdur. Zira burada üç türlü baskı uygulanır.

Suç yükleme; yani senin bilmediğin şeyler var ve bunları mutlaka bilmen gerek.

Mecburiyet; öğrenmeye mecbursun, bilmen gereken şeyler var ve bunları sana ancak ben anlatırım.

Kontrol; öğrenip öğrenmediğini kontrol edeceğim.

İnanın bilgiyi bundan daha kötü, sevimsiz, itici ve zevksiz bir hale getiremezdik…

Montaigne ile devam edelim…

Montaigne’nin eğitimle alakalı düşüncelerini önemsiyorum. Kendi yazım yanlışlarından bile övgüyle bahsedebilecek kadar mütevazı ve biraz da benim gibi entelektüel kibre karşı mesafeli biri.

Öyle ki anlaşılmaz bir düz yazıyı çoğunlukla entelektüelliğin değil tembelliğin göstergesi olarak değerlendiriyordu. Buna karşılık kolayca okunan bir yazıyı da asla kolayca yazılmadığını söylüyordu.

Kendine özgü ya da alışılmadık giysilerle insanların ilgisini çekmeye çalışmak nasıl küçük bir aklın göstergesi ise konuşmada ya da yazıda anlaşılmaz ifadeler ve az bilindik kelimeler kullanarak kendini göstermeye çalışan kişileri de aynı aklın bir parçası olarak kabul ediyordu.

M.Ö 6. Yüzyılda gökyüzünün yüzölçümünü hesaplamayı denemiş, eşkenar üçgenler teoreminden yola çıkarak bazı yerlerin yüksekliklerini hesaplamış ve çağlar boyunca bu başarılarıyla övülen Thales için şöyle çarpıcı bir yorumda bulunur.

Gözlerini yukarı dikmiş durmaksızın Gök kubbeyi düşünen bir filozofa bir çelme takarak önce ayağının bastığı yeri iyi incelemesi ancak bundan sonra bulutların ötesindekileri düşünmeye başlaması gerektiğini anlatmaya çalışan Miletli kıza hep şükran duymuşumdur…

Felsefe ile uğraşa herkese o kızın Thales’e yönelttiği eleştiriyi yöneltmek onun bastığı yeri göremediğini söylemek mümkündür.

Yani evvela insanları, eğitimcileri ve eğitim düzenleyicilerini ayaklarını yere basmaya davet ediyordu.

Peki, ayaklarımız yere basıyor mu? Temeli sağlam bir eğitim sistemi inşa edebildik mi?

Sınıf ortamlarında öğretmeniyle dalga geçen, aşağılayan, döven hatta öldüren bir öğrenci potansiyeline nasıl ulaştık?

Yazılarımda sıklıkla ifade ettiğim gibi; Maarifi Fulbright’le Amerikan kültürüne, medyayı da köşelerinde baykuş gibi tüneyen, kibirli, kurnaz, çapsız, tüccar kılıklı insanlara teslim ettik.

Bu iki cephede yaşanan sefaleti, yozlaşmayı, çaresizliği ise bir türlü aşamıyoruz.

Okul onları modernizmin şımarık, muhteris çocukları haline getirdi. Mütecessis muallimleri olmadı onların. Bin yıllık şan ve şeref dolu bir tarihin evlatları olarak yetiştirilmediler. Nurettin Topçu, “Maarife değer vermeyiş, millet ruhunun yıkılışını hazırlar” diyordu.

Demem o ki; bin yıllık millet karakterini yaşatamazsak, millet dilinin varlığını kasteden TDK’nın sözlüklerindeki kıyımı durduramazsak, bir kültür inkılabı, maarif seferberliği başlatamazsak, dersliklerden, sıra ve tahtalardan, aidatlardan, makamlardan evvel maarif meselesine odaklanmazsak, şehir mimarisine, sanata ve edebiyata insanı dâhil edemezsek, yeni bir mektep sistemi kuramazsak ülkemizi nasıl büyütürüz?

Üretme yetileri, hayal dünyaları resmi eğitim vasıtasıyla kasıtlı olarak ellerinden alınan bir toplumda sanat ve düşünce gelişir mi?

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ufuk Coşkun
10-04-22
E mail: maarifinsesi.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
BİLGİ YÜKLEMEKTEN BİLGELİĞE SIRA GELMEDİ
Online Kişi: 25
Bu Gün: 550 || Bu Ay: 5.976 || Toplam Ziyaretçi: 2.236.715 || Toplam Tıklanma: 52.307.418