Kategori : / ÎMAN VE İSLÂM | Okunma Sayısı: 206 |
Selef-i Salihin’i istismar etmek, ehl-i bid’at’in en önemli vasfıdır. Fahrüddin er-Razi, İmam-ı Gazali, Takıyüddin İbn Temiyye gibi ilim zirvelerinin bile çözemediği meseleleri avam bireylerin önüne sermek, kesinlikle gündem hırsızlarının işidir. Bundan bin yıl önce de benzer şeyler Bağdat’ta yapılmış ve neticesinde bu tür fitneleri körükleyen hocaların peşinden sürüklenen avam bireyler birbirine girmiş, fiziki kavgalar olmuş hatta ölümler bile yaşanmıştı. Lâ dini düzenler içerisinde yaşadığımız bu zamanda da birileri böyle bir yola mı girmek istiyor. Buna basiret ve firasetle derhal dur demeliyiz.
Ümmetin ana akım kitlesi içerisinde, sahabe nesliyle başlamış olan ilmi çalışmalar, sonucunda tebe-i tabiîn dönemiyle birlikte kurumsallaşmaya doğru ilerlemiş ve sonraki süreçte, dinin sistemli bir şekilde anlaşılması ve yaşanmasını sağlamak üzere 4 fıkhî ve 2 itikadî mezhep teşekkül etmiştir. Her birisi bin yıldır takipçileriyle devam ediyor. Bunların usulleri oturmuş, kaideleri sistemleşmiş, ıstılahları gelişmiş ve her birisi devasa bir ilmi edebiyata kavuşmuştur. Hepsi Kur’an ve Sünnet esasına dayanan temel usullerde birleşiyor ancak bazı tali hususlarda ayrışıyorlar. Bu da ilmi çalışmaların doğal sonucudur hatta olması da gerekiyor. Selef-i Salihin tekelleştirilemez. Yoksa tek tipçi bir ilimden bahsetmiş oluruz ki ona da ilim denmez. Buna rağmen ayrılık konusu olan ihtilaflar her zaman ilim meclislerinde konuşulup irdelenebilir. Ancak bu tür ilmi ayrışma konularının detaylarını avama servis etmek, en hafif tabirle ilim adabından yoksun olmak, cumhuru cahiline tabi olmak demektir. İslâm uleması ilk dönemlerden beri avamı, ilmi derinlik gerektiren konulardan uzak tutmaya çalışmış hatta İmam-ı Gazzalî (rh.a.) gibi bazı âlimler buna dair kitap bile yazmıştır.
Bilindiği gibi, Arapça çoğulu eslaf olan selef, kelime olarak “eski âdem, ced; ecdat, geçmişler, eski âdemler”, “Bir hâl ve durumda diğerinden evvel bulunmuş olan kişi, geçmiş, eski” demektir. Mesela, “Halef selef yolda buluştular; Onunla filan memuriyette halef selef olduk” denir. “Eslafın/öncekilerin eserine tabiiyet etmek; onları örnek alıp izlerinden gitmek.” anlamına gelir.
“Selef” kelimesi, İslam literatüründe ilk dönemlerden beri kullanılagelmiştir. Kelime Kur’an-ı Kerim’de sekiz yerde geçer. (Bakara, 2/275; Nisâ, 4/22-23; Maide, 5/95; Enfal, 8/38; Yunus, 10/30; Hakka, 69/24; Zuhruf, 42/56.) Bir ayette şöyle buyrulur: “Onları sonrakiler için bir selef ve bir örnek kıldık.” (Zuhruf Sûresi/56.) Bu ayetteki “selef” kelimesiyle, kendileriyle sonrakilere vaaz edilen ve ibret alınan öncekiler kastedilir. (İbn Manzûr, Lisanu’l Arab, s-l-f kelimesi.) Zira ayette geçen “mesel/örnek” kelimesi sonrakiler için ibret kılma ve nasihat etme anlamı taşır.” (Taberî, Muhammed İbn Cerîr, Câmi’ul-Beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, C: 24, Sh: 51-52, Beyrut-Lübnan 1987) Kur’an-ı Kerim’de dikkat çekildiği üzere kıssalar, geçmişe dair haberler ve önceki kavimlerin hayat hikâyeleri de akıl sahipleri için ibret kılınmıştır. (Yusuf Sûresi/111.)
Ehl-i sünneti hassa tabiriyle de ifade edilen Selefiyye, mütekaddimûn/öncekiler ve müteahhirûn/sonrakiler olmak üzere bir tasnife tabi tutulur. Buna göre mütekaddimun/ilk dönem Selefiyyesi, ashab-ı kiram, tabiin ve tebautabiinden ibarettir. Ebu Hanife, İmam Malik, Şafii ve onların mezheplerinin ilk imamları da öncekilere dâhil edilir. Ahmed İbn Hanbel ve kendisine tabi olunan imamları da Selefiyye’den sayılır. Bu demektir ki mütekaddimun seleften söz ederken İslâm dininin inşasında ve İslâm ilimlerinin tedvin sürecinde etkin olan ilk nesiller kastedilir. (İzmirli, İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, haz. Sabri Hizmetli, Sh: 66, Ankara/1981)
XI. yüzyılda Ebû Hamid Gazâlî, “İlcâmu’l-A’vâm an İlmi’l-Kelam” adlı eserinde mezhebu’s-selef tabirinden söz ederken onların itikadi konulardaki bazı özelliklerini sayar. Selef özellikle itikatla ilgili müteşabih meselelerin izahında; takdis, tasdik, aczi itiraf, sükût, imsak, keff ve marifet ehlini teslim gibi kavramlara müracaat ettiler. Bundan maksat, halkı itikadi meseleleri tartışmaktan sakındırmaktır. Zira Selefiyye, Allah’ın zatını azametine layık olmayan şeylerden tenzih ederek “takdis” ettiler. Yüce yaratıcıyı Kur’an’da ve sünnette nasıl vasfedilmiş ise öylece “tasdik” ederlerdi. Müteşabih ayet ve kavramları yorumlamada “acziyeti itiraf” ederek bu konudaki suali “sükût” ile geçiştirirlerdi. İlahi metinlerdeki müteşâbihâtı/yoruma açık meseleleri tevilden/yorumdan “imsak etmek” yani uzak durmak lazım gelir. Böylece kalpte arız olabilecek fikirlerden “keff/kaçınmak” için “ehl-i marifete teslim olmak” en uygun yoldur. Bu kavramlar sistematik bir mezhepten söz etmek için yeterli olmasa da selefi bir anlayışın baskın karakterini özetler. (İzmirli, İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, haz. Sabri Hizmetli, Sh: 15, Ankara/1981) Allah hakkında tenzihi bir dil kullanmak, Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’in de vazgeçilmezidir.
Yazar: Mustafa Çelik |
19-12-24 |
||
E mail: yeniakit.com | Tweet | ||