Kategori : TEFEKKÜR / İNSAN VE TEFEKKÜR | Okunma Sayısı: 3286 |
En değerli duygulardan ve rûhî hallerden biri sevgi’dir. Fakat, bazen “çok sevmek”, sevmemekten daha zararlı olabilir. Niçin?
Çünkü o “çok”, bir ifrat (sapma, öz ve mahiyet bozulması) ifade edebilir. Eskiden buna fart–ı muhabbet denilirdi. “Aşırı sevgi” duyarlılığından dolayı, çok ciddî bir “yanlış anlama” sebebiyle bütün bir hayat kararabilir. Öyle bir duyarlılık ki o, vehmini (kuruntusunu) açıklamayı da imkansız kılar. Bir gün meselenin aslı aydınlanır belki ama, kaybedilenleri geri getirmek mümkün değildir artık.
“Sevgi” böyle ise, başka bağlılıklar hayli hayli (evleviyetle) öyledir.
Lâkin insanlarda aşırılıklara karşı bir (nefsani) düşkünlük (meclubiyet) vardır. Şâyet, aşırılıkların “çokluğa” değil de “yokluğa” sürüklediğini düşünebilselerdi, bu şuur kendilerine verilseydi, aşırılık zaaflarıyla mücadele etme iradesini ve arzusunu göstermeyi başarırlardı. Kolayı seçmenin basitliği onları daha iyiye daha üstüne doğru iter, zaten var olan ötelere erişme eğilimleri gerçek mecrasına kavuşurdu; aşırılıkların sahte cazibesine kapılmazdı.
Bu yüzden hep aynı hususu tekrarlayıp durmuşumdur: “İtidal telkinlerini, fren baskısıyla değil, gelişme (tekamül) kültürüyle temellendirmek gerekir.”
“Boş ver yahu, bu kadarı yeter” demiyeceksin. “Böyle yüzeysel köpürmelerle yetinmek olmaz, ufuklara, özlere, derinliklere yönel.” diyeceksiniz. O nüansı sezdirip o neşveyi aşıladığınız noktada; “itidal” hasleti bir aksiyon haline gelir, hayat tarzı” bütünlüğüne kavuşur.
Hassas bir noktaya dokunmak istiyorum:
İyidir de, acaba bu değişimde “itidal ve düşünce” ufku var mı?
Aslında, beğenilmeyen ve artık “yanılgı” diye vasıflandırılan “dünkü hal” de, daha önceki bir ifrata (aşırılığa) tepki olarak doğmuştu. O da bir modernizasyon hareketiydi haddizatında. Kendimize adapte edelim: “Batıcılık” zaten Batı’yı örnek alıyordu. Fakat, onun yanındaki “İslamcılık” ve “milliyetçilik” akımları da “Batılı” tesirlerle oluşmuştu. Hepsi, “kayan zemin”in ürünleriydi, sonuçlarıydı. Bunlar karşısında sorgulayan, düşünen, kıyaslayan, eleştiren bir itidal dikkati gösterilebilseydi; asıl “fikrî tekamül” o zaman yaşanacaktı. Aynı durum, “sol–sağ” şablonunun dönemleri için de aynen geçerlidir.
İnsan geçmişe bakarak düşünür, geleceğe bakarak rotasını belirler, bugünün şartlarını dikkate alarak hareket eder. Bunu yapabiliyor muyuz? Bunun önemini kavrayabiliyor muyuz? Böyle bir perspektif var mı zihnimizde? Acaba geçmişi yok sayan (düşüncesiz) bir tercihle bugüncü modaların peşinde bütün zihnî ve rûhî enerjimizi tüketen nefsânî kolaycılık câzibelerinin hazzını aramaya devam mı ediyoruz? Mesele buradadır.
“Ferdî–fikrî–terkibî” bir orijinallik üretimi, en önde bulunmuş olanlarda bile mevcut değil.
“Değişimlerin değişmeyen özellikleri” konusu bence bir “temel tez” konusudur. Bu bahsi aydınlatmadan önümüzü görmemiz çok zor, çok.
Israrla ihmal edilen bir noktayı işaretlemeye çalışıyorum; değişim iyimserliğini gölgelendirmek gibi bir amacım yok. Esasen o iyimserliği övüp şahlandıranlar yeteri kadar var. Görmemiz gereken bir ihmal, bir sıkıntı, bir darlık, bir yetersizlik, bir tıkanıklık yaşanıyor hayatımızda. Bunu görmek durumundayız.
NOT: Vurgular bize âittir. (Doğruluş)
Yazar: Ahmed Selim |
17-08-09 |
||
E mail: ethem92@mynet.com | Tweet | ||