ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 4694
Yazar: Ahmet Selim
ZOR İŞ: AKLIN KENDİNİ SINIRLAMASI

Aklın en zor işi kendini sınırlamasıdır. Bir sınır zaten var. Çalışıp çırpınsa da ister istemez bir yerde duracak. Önemli olan, bu sınırlamayı bir şuur içinde düşünüp kabullenebilmesidir.

Kendi acziyetini kabul ettiği noktada da, bunun anlamı üzerinde düşünebilir olmasıdır. Duvara çarpıp durmakla bu duruş arasında çok büyük farklar vardır.

... İnsanın aklı ha bire soru sormak isteyen bir yapıdadır. Kendi haline bırakırsan, cevabı verilemeyen soruların getireceği karanlıkta (aslen) kaybolur gider. Öyle sorular vardır ki, vereceğiniz uygun cevap; onun direkt cevabı değil, o türlü sorular sormanın yanlışlığının izahıdır. Anlayabilen, böyle anlayarak tatmin bulur. Bunun dışındakiler onu cevap bile saymaz, benzerlerini sormaya devam eder. Mesela "sünnetullah öyledir." cevabı, öylelerini, yani "düz mantık" yürütenleri tatmin etmez. Düz mantık, çıplak ve yalnız aklın mantığıdır. Bu aklın en önemli eksiği kendi üzerinde düşünememesidir. Kendi gücünü de bilemez, kendi ihtiyaçlarını da, kendi sınırlarını da. Çünkü ruhî, kalbî irtibatları yetersiz. İç gözlem yapamıyor, özeleştiri yapamıyor.

Bu mesele, ilimden önce eğitimle ve irfanla ilgilidir. Çocukluktan başlar ve gelişir... Aklı kullanma (düşünme, gelişme) eğitimi... İlim sonraki iştir.

Bu durumlara daha çok, ilerlemiş bir yaşta beliren ilgi yoğunluğu sırasında rastlanıyor. Bazı renkli tecrübelerle karşılaşmak altyapısı iyi olmayanlara çok cazip geliyor, etkileniyorlar. Çünkü o noktaya gelene kadar, bazı kavramlar üzerinde bir içselleştirme ilgisiyle durup düşünmemişlerdir, öyle bir koruyucu birikimin sahibi olmamışlardır. Rasyonalizm ile panteizmi birleştiren oyunlar onları etkileyebiliyor, entelektüel zaaflarından yakalıyor.

Kur'an-ı Kerîm'de, "Kalb ile akletme"ye işaret edilir. Ferâset kavramı da bununla ilgilidir. Eskiden küçüklükten başlayan dinî eğitimle bu bir ölçüde verilirdi. Tedricen verilirdi. İnsanlar bu sayede kendi bütünlük dengelerini daha kolay sağlayabilirlerdi.

Bu dünyanın gerçekliği kendine göredir ve fıtratımızın tahammül özelliklerine uygun olan bir gerçekliktir. Hakikat bu gerçeklikle sınırlanamaz. Göremediğimiz, tam anlayamadığımız şeyler hep var olacaktır. Ama bize verilen akıl, belli bir bütünlük dengesi içinde gelişirse, tatmin yolları bulur. Bir düşünür, "Akıl kendi gücünün sınırına gelince, ötelere uzanan tatmin köprüleri kurar ve dengesini korur." diyor. Bu sonuç; "çok bilgi" ile değil, "dengeli düşünce" ile elde edilir. Şimdi yeterince veremediğimiz işte budur.

"Tarihselcilik" diye bir şey çıktı. Bu nereye kadar gidiyor? "Kur'an-ı Kerîm lafzıyla vahiy değildir; peygamber, kalbine gelenleri kendi kelimeleriyle ifade etmiştir"e kadar gidiyor. Kendine göre ifade etmiştir, yani kelimeler onun kelimeleridir! Bu daha ileriye de gider, aynı düz mantık silsilesiyle... Seslendirmek istemiyorum.

Rasyonalizm ile panteizmi birleştirirseniz, "dinî pozitivizm" diye bir ucube çıkar ortaya. Reenkarnasyon da bunun bir şubesidir. Kökü çok eskilere uzanan bir suizannın, "bilimsel" kisve giydirilmiş halidir. "Sade Müslüman" buna hiç ilgi duymaz, gülüp geçer. Anlamadığı için değil, iyi anladığı için öyle yapar.

Rahmetli babacığım, akrabamız olan bazı gençler tuhaf sorular sorduklarında şöyle derdi: "Bu sorduğun din değil felsefe. Ben anlamam! (Benim odamı göstererek) önce oraya git. Sonra bana gelirsin." Çok gülerdim. Şu söz de ona aittir: "Sen aklını korumazsan, akıl seni koruyamaz."

Mücehhez akıl, mutedil akıl, şuur ve istikamet sahibi olan akıl; sınırlarını bilir, sınırlanmayı bir engellenmek olarak görmez, durması gereken noktalarda kendine özel bir tatminkârlık duruşu kazandırmayı başarır. Bu tatminkârlık duruşu ufka ve sevgiye açık olma duruşudur ki tam bir tevekkül hâlini yansıtır. Aklıselim kısaca böyle tanımlanır.

Aklıselim, hem hüzünlü hem gülümseyen akıldır. Kalbiselim de onun arkadaşı, yoldaşıdır... Çok bilgi bunları sağlamaz, bilgi çoğaldıkça bunlara duyulan ihtiyaç artar. Çağımızın bir numaralı meselesi de bence budur. Bazen içimden şöyle geliyor: Acaba "ortak akıl" düşünceye kapalı olma benzerliğinin aklı mıdır?

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ahmet Selim
04-09-11
E mail: zaman. com.tr
 
 
Yorumlar: 1
Şener Şen
Teşekkür
Tarih : 05-09-11

İnsanın kendi aklının sınırlarını bilerek, dine beşeri akımları kisve yapıp bilimsellik budalalığı yapmadan kayıtsız şartsız inanması ne güzeldir. Bakara suresinde müminlerin özellikleriniden bahsedilirken "onlar gaibe inanırlar" buyrulmamış mıdır?

 
ZOR İŞ: AKLIN KENDİNİ SINIRLAMASI
Online Kişi: 17
Bu Gün: 176 || Bu Ay: 3.984 || Toplam Ziyaretçi: 2.233.685 || Toplam Tıklanma: 52.281.643