ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 3719
Yazar: Ömer Lekesiz
MEVCUT VE İDEAL OLAN

Nurettin Topçu ile Sezai Karakoç'un devletin zorunluluğuna ilişkin anlayışımızla buna mahsus maslahatlar konusuna yaptıkları yeni katkılarda sosyal adalet, ümmet ve medeniyet kavramlarını esas aldıklarını görürüz.

Topçu, Sosyalistler tarafından yaygın olarak kullanılmaya başlanan etik, emek, yoksulluk, eşitlik, özgürlük, isyan kelimeleriyle belirlenen sosyal adalet kavramının İslam tarafından tazammun edildiğine, ancak buna mahsus dilin yeniden ihyası için Sosyalist literatüre de bakılması gerektiğine işaret etmiştir.

Sezai Kakaroç da kardeşlik hukukunu, İslam coğrafyasında emperyalistlerce çizilmiş yeni sınırların meşruiyetini, İslam kültürünün etki ve eserleriyle özünü, biçimini ve boyutlarını, çağdaş siyasal düşüncelere (ideolojilere) göre İslam inancının gerek ontolojik, gerekse geleneksel (tevarüs edilen) bilgi olarak değerini yeniden sorgulamış ve gündeme taşımıştır.

Her iki mütefekkirimiz de o güne kadar daha çok inanç özgürlüğü, dinin ve neslin korunması konularıyla şartlanmış, gündelik siyasi değişmelere göre yeni tutumlar edinmeyi yeterli görmüş olan İslamcıları hem İslam'ın evrenselliğiyle hem de yeni beşeri sistemlerin bilinmesi ve onlara karşı İslam'ın içinden en doğru tepkinin verilmesi gerçeğiyle buluşturmuşlardır.

Ali Bulaç'ın İslamcıların durumunu ele aldığı son dört yazısından 'Seyyid Kutup ve Türkiye İslam'ı' başlıklı olanında (Zaman, 26. 05. 2012) vurguladığı İslam dünyasındaki düşüncelerle temasa geçilmesi konusunda Topçu ile Karakoç'un evrenselliğe, coğrafyaya, ümmete, İslami bilginin sahih kaynaklarına ve beşeri sistemlere mahsus söz konusu yaklaşımlarının çok etkili olduğunu da gözden ırak tutmamak gerekir.

Sonuç olarak, iki mütefekkirimizle birlikte devlete ve maslahata ilişkin bir önceki yazımda zikrettiğim bağlamda şu düşünceye ulaşılmıştır:

Türkiye planında mevcut misak-ı milli'nin (mevcut devletin) korunması yeterli değildir ancak gereklidir. Müslüman halkla birlikte daha iyi yöneticilerin seçilmelerine ve daha iyi yönetimlerin benimsenmesine çalışmak bir zorunluluktur ancak –şimdilik- bundan fazlası Müslüman halkın da içinde yeraldığı devlet gemisine zarar vermek olabilir; bu hassasiyet gözetilmeli ama iyi olanın arayışından ve gerçekleştirilmesinden de vaz geçilmemelidir. Ayrıca vatan, yurt ve devlet ile millet ve ulus tek bir tanım içinde toplanamaz. Ulus devletlerin ve dolayısıyla sınırların varlığına rağmen Filipinler'den İspanya'ya kadar uzanan coğrafya dili, ırkı ne olursa olsun tüm Müslümanların (ümmetin) vatanıdır. Söz konusu coğrafyanın ve Müslüman halkların birliğini sağlamak tereddütsüz benimsenmesi gereken bir idealdir.

İslamcılar bugün de Nurettin Topçu ve Sezai Karakoç vasıtasıyla edindikleri bu anlayışın içinde duruyorlar ve bunlarla –ki, her şeyin en doğrusunu Allah bilir- İslami vasatı da gözetmiş bulunuyorlar.

Doğuş ve gelişme şartlarının sadece ırksal hak talepleriyle izah edilemeyeceği mevcut terörün ve onu temsil eden siyasi oluşumların İslamcıların mezkur anlayışını değiştirmeyeceği aşikardır.

Çünkü ümmeti bölen sınırların kaldırılmasına yönelik ideal, hangi nedene dayalı olursa olsun mevcut sınırlar içinde ayrıca bir sınırın oluşturulması düşüncesine engeldir.

Bu manada Hayrettin Karaman'ın son günlerde ileri sürdüğü görüşlerle İslamcıların söz konusu devlet anlayışı arasında doğrudan bir bağ da kurulabilir.

Karaman'ın görüşlerini 'üniter devlet' saplantısı olarak yorumlamak ancak İslamcı görüşü bilmeyen ya da sosyolojizm züppeliği yapma eğilimini taşıyan budalalara mahsus olabilir.

Aynı coğrafyayı bir kader olarak paylaşan Müslüman halkların şu ya da bu nedenle –ki artık bunları tartışmanın bir kıymeti yoktur- kendi aralarında ihlaline neden oldukları veya başkalarınca ihlal edilmesine göz yumdukları hakları gözetmeleri, teslimine memur olmaları bir zorunluluktur. Çünkü, 'Tebasına karşı nefret besleyen kendi helakine koşar'. Bu helaka destek veren Müslüman ise sadece kendisinin değil yeryüzündeki tüm Müslümanların vebalini yüklenir.

Öte yandan geçmişte dayatılmış bir sınırlanmışlıkta Müslümanların bir kısmı için yeni bir sınır belirlenmesi talebinde bulunmak da bir hak olarak görülemez. Eğer görülüyorsa, bu olsa olsa emparyalistlerin geçen asırda tamamlayamadıkları bir projenin tamamlanmasına katkıda bulunmak, -Sezai Karakoç'un kelimeleriyle- şekere alışmış akrebi öldürmeyip şekerle beslemeye devam ederek, onun şekerden zehir üretmesine hizmet etmektir.

Bu hususta 'Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır' demek ve bu hayrın tahakkuku yönünde gayret göstermek İslamcılara yakışan en güzel tavırdır.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
30-05-12
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
MEVCUT VE İDEAL OLAN
Online Kişi: 26
Bu Gün: 124 || Bu Ay: 6.636 || Toplam Ziyaretçi: 2.216.194 || Toplam Tıklanma: 52.124.209