ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : EDEBİYAT / OKUMAK
Okunma Sayısı: 2064
Yazar: Şaban Abak
OKUMA HİKÂYEM 1

Genç arkadaşlarım sıkça soruyorlar; okumaya yazmaya nasıl başladın, özel bir hikâyesi var mı? Eli kalem tutan, okumaya öğrenmeye meraklı gençlere neler tavsiye edersin?

Bu ve bundan sonraki yazıda bu konuyu anlatacağım.

Her sanatçı bir dilin; bir kültür atmosferinin içine doğar. Hemen her insanın sanatta ve düşüncede ilk gıdası bu içine doğduğu dil ve kültür ortamıdır. Okuyan, düşünen, yazan bir insan için gerçek 'ana dili' işte bu dil ve kültür ortamıdır. Mahallî olmayı aşabilenler ise, sonradan başka dil ve kültürlerde üretilmiş verimlerden yararlanmayı da başarabilmiş olanlardır.

Doğup büyüdüğüm mübarek şehir Erzurum ise kültürümüzün bütün zenginliğinin bilhassa dilde ve tavırda yaşadığı büyük şehirlerimizden biri olduğu için sanatçıyı adeta tek başına besleyebilecek imkânlara sahiptir. Bu sebeple Erzurum'da yetişmiş 'mahalli' sanatçılar bile bütün ülke sathında tanınıp bilinirler. Ben de şiire dair ilk hislenişlerime, ilk sezişlerime Erzurum'un zengin Türkçesinin içinde karşılıklar bulmuşumdur.

İlk şairlerim

Başta Emrah ve Yunus Emre –ki Emrah gibi Yunus da Erzurum'un şiir atmosferine doğrudan etki etmiştir, bir kabri de Erzurum'da Dutçu köyündedir- olmak üzere Köroğlu, Karacaoğlan, Kul Himmet, Sümmanî, Reyhanî gibi şairlerin şiirlerinin yörede sıradan insanlar tarafından bile ezbere okunuyor oluşu da şiire yönelmemde etkili olmuştur. Çocukken 'büyünce ne olacaksın' sorusuna büyüklerin hoşuna gidecek meslek adlarını sayarak cevap veriyordum ama içimden 'Emrah', ya da 'Köroğlu' olmayı düşlüyordum.

Dedem Hacı Şemseddin, bilhassa deyiş ve ilahi türünde çok şiir bilirdi. Fuzulî gazelleri de okuduğu olurdu makamla. Fakat babamın şiir hafızası çok daha genişti. O, Yunusun neredeyse bütün divanını ezbere okurdu. Eşrefoğlu Rumî'den Kul Himmet'e, Emrah'tan İbrahim Hakkı'ya, oradan Sümmanî, Reyhanî gibi çağdaş saz şairlerine kadar çok geniş bir zaman diliminden yüzlerce şiir bilirdi. Bunları yazdığı minik bir cep defteri de vardı. Bize öğüt, nasihat vermek, sitem etmek yahut kızgınlığını ifade etmek gibi türlü durumlar için şiirler, dörtlükler okurdu. Ârifane sözleri olan klasik türkülere hayrandı. Raci Alkır da severdi, Muharrem Ertaş da.

Şiir gündelik hayatımızın o kadar içindeydi ki ilkokul yaşlarında şiiri bütün insanların ortak bir anlaşma vasıtası zannediyordum. Yaşım ilerledikçe insanın kendini en iyi, en etkili, en güzel ifade etme sanatı olan şiirin öyle çok da yaygın olmadığını fark edecektim. Kendimi şiirle ifade etmeye heves etmekle yaşıtlarımdan ayrıldığımı da yine o dönemde, 13 yaşıma girdiğim sıra fark ettim.

İlk kitaplarım

Kitap okuma alışkanlığımı, ortaokul birinci sınıfın sonunda okul birincisi olmam sebebiyle müdürümüz Zakir Tosun Bey'in bana imzalı bir roman hediye etmesine borçluyum. Kitap çok doğru seçilmişti. Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun 'Hilal ve Haç' adlı romanıydı bu. Üç ay sonra ikinci sınıfa başladığımda aynı yazarın 'Dağlar Delisi' adlı romanını alıp okudum ki bu Erzurum'da satın aldığım ilk kitaptır. Kozanoğlu'nun romanları, bütün 13-16 yaş aralığındaki gençleri okumaya alıştırmada bulunmaz kitaplardır. Bu yaşlarda polisiye roman da okuma alışkınlığının kazandırılmasında tercih edilmelidir.

Benim okuma alışkanlığımın pekişmesinde ve seçkin eseri bayağı olandan ayırt edebilmemde, ortaokulu parasız yatılı okuduğum Erzurum Lisesi'nin müdürü (aynı zamanda Türkçe dersimize girerdi) Necip Çadırcı'yla Kandilli Lisesinde Edebiyat öğretmenim Kayıhan Öztürk'ün katkılarını minnetle anmalıyım. İkisi de benimle –galiba biraz da özel olarak- ilgilendi ve İslam klasikleriyle günümüz Türk edebiyatının büyük ustalarını birlikte okumam gerektiğini öğrettiler. İyi insan ve iyi öğretmendiler.

Okumak, bizden önceki nesillerin en zeki, en bilgili, en faziletli insanlarının bütün o birikimlerinden beş-on lira karşılığında istifade etmemizi sağlayan inanılmaz bir imkândır. Bu olağanüstü hazineden yararlanmak böylesine ucuz ve kolayken insanların nasıl olup da kitap okumadan yaşadıklarına bazen sahiden şaşırıyorum.

Şiir ve öfke

İlk şiirimi ortaokul birinci sınıfta iken yazdım. 12 yaşını bitirmiştim. Bir hicviyeydi. Darwin teorisini ilk kez duymuş, bu gülünç ve saldırgan fikre bir karşılık vermem gerektiğini düşünmüştüm. Çünkü ben Kur'an hafızıydım, bir mesuliyetim vardı. Sınıfa Kur'an'ı getirip insanın yaratılışıyla ilgili ayetleri öğretmene ve öğrencilere yüksek sesle okuduğumu da hatırlıyorum, minik bir kriz yaşanmıştı o sıra. Materyalizme cevabımın güzel, etkili, sarsıcı ve acıtıcı olması gerekiyordu. Başka bir edebi tür aklımın ucundan bile geçmedi. Doğrudan oturup şiirimi yazdım ve sınıfta herkese de okudum. Fakat bu, o yılın tek şiiri olarak kaldı. Sonraki yıl yeniden ve daha sık yazmaya başladım.

Kişinin kendi üslubunu bulması, biraz kendini tanımasıyla paralel bir süreç. Ancak bu dönemde okudukları, beslendikleri de elbet bir yol gösterici rol oynuyor. Yunus, Karacaoğlan, Köroğlu ve Emrah benim ilk şairlerimdi. Onlardan başka şairlerin varlığından haberdar olmadığım gibi başka şiir türlerinin; akım ve ekollerinin de farkında değildim. Zamanla okudukça; insanın dile ve şiire dair görgüsü, tecrübesi arttıkça kişinin kendi sesini, kendi üslubunu bulması; esasen var olan o kendine mahsus alanı keşfetmesi kolaylaşır.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Şaban Abak
19-04-14
E mail: yenisafak.com.tr
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
OKUMA HİKÂYEM 1
Online Kişi: 17
Bu Gün: 581 || Bu Ay: 9.804 || Toplam Ziyaretçi: 2.201.621 || Toplam Tıklanma: 51.946.307