ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TASAVVUF / TASAVVUF VE TARÎKATLAR
Okunma Sayısı: 2110
Yazar: Müfit Yüksel
TARÎKATLAR VE CEMAATLAR-1

TARÎKATLAR VE CEMAATLAR-115 Temmuz Kanlı Darbe Teşebbüsünün ardından, FETÖ dolayısıyla gündeme gelen tarikatlar ve ve cemaatler konusu medyada halen de gündemin ilk sırasını işgal etmektedir. Darbe teşebbüsünün oluşturduğu sıcak atmosferin etkisi ile tüm tarikat ve cemaatler adeta hedefe kondu. “Tarikatların ve Cemaatlerin, devleti ve toplumu nasıl tehdit eden unsurlar” olduğuna ilişkin söylemler ön plana çıkarıldı. Özellikle, bir zamanlar tarikatları ve cemaatleri siyasi yönleri olmamakla, İslam'ın siyasi bilincine sahip olmamakla, devletle uzlaşma içinde olmakla suçlayan/ötekileştiren bir kısım eski radikal/siyasal İslamcı gruplar, bu kez, ayırım yapmaksızın, tarikat ve cemaatleri siyasallaşarak devlete tehdit teşkil etmekle suçlamaktadırlar. Hatta bu konuda Kemalist ideolojiyi benimsemiş kesimlerle birlikte hareket etme eğilimindedirler. Açıkçası bazı çevreler, FETÖ'nü fırsat olarak değerlendirip tüm Dini tarikat ve cemaatleri tasfiye etme/kökünü kazıma niyeti taşımaktadırlar. Bin küsur yıl önce Tasavvuf-Tarikatlar vasıtası ile Müslüman olmuş/İslâm ile tanışmış, İslâm'ın o vasıta ile yayıldığı bir coğrafyada Tasavvuf-Tarikatın kazınmaya çalışılması, bu topraklarda Müslümanlığın temeline tahrip kalıbı atmaktır.

Hz. Resul-i Ekrem (S.A.V) zamanında Medine-i Münevvere'de Mescid-i Nebevi'de, günümüzde, Hz. Resul-i Ekrem'in (S.A.V) türbe-i Şerifelerinin kuzey tarafına gelen kısmında direk Nebevî terbiye ve tahsil-i feyz-i Nebevi ile meşgul ashâbın kimsesiz ve fukarasına mahsus sofa bulunmaktaydı ve bundan dolayı bunlara “Ashâb-ı Suffa” denmiştir. Bu kutlu ve nurlu mekân Hz. Ömer devrine kadar hayatiyetini sürdürmüş, bu devirde ise artık çok genişlemiş olan İslam memleketinde ihtiyaç hâsıl olmadığı kanaatine varıldığından devam ettirilmemiştir. Ancak, sonraki asırlarda bu mekan İslâm âleminde iki önemli temel müessesenin teşekkülüne, esas teşkil etmiştir. Medreseler ve Tekkeler. Bu her iki müesese de, esasını ve kaynağını Ashâb-ı Suffa'ya dayandırmıştır.

İslâm tarihinde, Ashâb-ı Suffa'nın ardından, Hasan-ı Basri, Habib El-Acemî, Davud et-Tâî, Süleyman Ed-Darânî,Hz. İmam Cafer Es-Sâdık, Hz. İmam Ali Er-Rıza, Ma'ruf-i Kerhî, Ebu Haşim Es-Sufî,Zünnûn-i Mısrî, İbrahim bin Edhem, Şakîk El-Belhî, Fudayl bin İyâz, Bayezid-i Bistâmî, Bişr bin El-Hâris El-Hâfî, Sehl bin Abdullah Et-Tüsterî, Ahmed bin Ebî'l-Havârî, Ruveym bin Ahmed, Seriyi Es-Sakatî, Cüneyd El-Bağdâdî gibi öncü mutasavvıflar çıkmıştır.

Menâkıb kitaplarına göre, ilk tekke/hankâh, Sûfî adını/lakabını ilk taşıyan Ebu Hâşim Sûfî adına tesis olunmuştur. Süfyan-ı Sevri ile çağdaştır. Süfyan-ı Sevri (Vefatı: Basra, 161/777-78) bu zât hakkında:

“Ebu Hâşim Es-sûfî olmasaydı, riyânın inceliklerini bilemezdim. Ebu Hâşim Es-Sufî'yi görünceye değin, Sufî'nin anlamını öğrenemedim” der.

Ebu Hâşim Es-Sûfî için Şam civarında Remle'de ilk hankâh'ın bina edilmesi Nefehatu'l-Üns kitabında şu şekilde anlatılır.

“Bu suretle, Sufiler için bina edilen ilk hankâh, onun adına Şam-Remle'de bina edilen hankâhtır. Sebebi şu ki, Bir gün bir emîr ava çıkar. Yolda bu tâifeden elleri bir birine kenetli iki kişi görür. Bu iki kişi o yerde oturmuş, ellerindeki yiyecekleri ortaya koyup yiyiyorlar. Sonra da ayrılıp farklı yönlere gidiyorlar. Bunların birbirlerine bu ülfet ve muamelesi emirin hoşuna gider. Bunlardan birini çağırtıp sorar: (diğerini kasden) O kimdi? Diye sorar. “Bilmem” diye cevap verir. “Senin neyin olur? Diye sorar. “Hiçbir şeyim” cevabını alır. “Nereliydi” diye sorduğunda, “Bilmem” cevabını alır. Bunun üzerine emir “ Peki, birbirinize olan bu ülfetinizin sebebi neydi? “ der. O da “Bu bizim tarikatımızdır, yolumuzdur. Onun icabıdır“ cevâbını verir. Emir de “Bir araya toplanacak bir mekanınız var mı? Diye sorar. O da “Hayır” cevabını verince, emir” Size bir yer yaptırayım ki, bir araya gelip orada toplanabilesiniz!” der. Ardından, Remle'de o hankâhı yaptırır.” (Mevlâna Abdurrahman Câmi, Nefehatu'l-Üns Min Hazarâti'l-Kuds, Farsça Metin Shf.34)

İslâm tarihinde tarikatlar, tekke ve zâviyeler, hankâh ve dergâhlar, medresenin yanı sıra temel bir müessese olarak irfan ve tasavvufi hayatın mekanları ve müesseseleri olarak hayatiyetini sürdürmüştür. İslâm toplum hayatında merkezi fonksiyon icra etmişlerdir.

Tasavvufun /turuk-ı sufiyenin, İslam tarihi içindeki safhalarında, tâbiîn devrinden başlayarak, bu yolda dönüm noktası niteliğinde tecdid hareketi oluşturan birçok büyük mutasavvıf çıkmıştır. Tasavvufi meşreb ve ekollerinin, tarikatların ortaya çıkışı ve şekillenmesi, bu yolun zincirinde önemli halkalar oluşturan kurucu-müceddid şahsiyetlerin eliyle olmuştur. Bu durum özellikle, Vefâiyye, Sühreverdiyye, Hâcegâniyye- Nakşibendiyye, Kâdiriyye, Yeseviyye gibi tasavvuf/mâneviyat aleminin ana tarikatlarında bariz bir şekilde müşahade olunmaktadır. Sühreverdiyye tarikatı, Adâbu'l-Murîdîn sahibi ve müessisi Ebu Necîb Ziyâeddin Es-Sühreverdî ve Avârifu'l-Maârif sahibi Ömer Şihabuddin Es-Sühreverdî'den başlayarak bir çok tasavvuf kolunun, Kübreviyye, Mevleviyye, Zeyniyye, Halvetiyye, Celvetiyye gibi tarikatların ser çeşmesi olmuştur. Halvetiyye'nin ise bir çok kol ve şubeleri teşekkül etmiştir. Hâcegâniyye-Nakşibendiyye ise, üç koldan gelen silsilesi ve şubeleri/dönemleri ile ana damar oluşturacak, çok büyük bir tasavvuf yolunu teşkil etmişlerdir. Hâcegâniyye-Nakşibendiyye'nin devreleri/kolları şu şekilde sıralanabilir: Tayfuriyye, Hâcegâniyye, Nakşibendiyye, Ahrâriyye, Kâsâniyye-i Ahrâriyye, Müceddidiyye, Mazhariyye ve Hâlidiyye. Hâcegâniyye'den aynı zamanda Yeseviyye tarikatı doğmuştur.

Bu anlamda, tarihimiz boyunca bu tarikatların, nurlu/kutlu yolların, mekanları olan Sufî tarikatlarının müessesesi haline gelen Tekke/Zaviye ve hankah/dergâhlar toplumun, fertlerin manevi ve ahlak terbiyesinde, manevi kemalat ve olgunlaşmada esası teşkil etmişlerdir. Özellikle Fütüvvet ve uhuvvetin tesisi, bu yönde Fütüvvet/Ahi teşkilatlarının kuruluşu ve yayılışı da yine bu müesseseler aracılığıyla olmuştur. Maveraunnehr, Hindistan, Kuzey Mezopotamya/Kürdistan, Anadolu, Rumeli ve Kuzey Afrika'da İslâmın yayılışı daha çok bu müesseseler aracılığıyla olmuştur. Özellikle Sufiliğin ve tarikatların gerek Anadolu'nun, gerekse Rumeli'nin İslamlaşmasındaki temel rolü bilinmektedir. Hoca Ahmed Yesevî aracılığıyla Yeseviliğin Maveraunnehir Müslümanlığındaki rolü, Anadoluya etkisi, Horasan erenlerinin Anadolu'daki tesiri üzerine çokça şeyler yazılıp, neşredilmiştir. Abdülkâdir Geylânî, Seyyid Ahmed Er-Rifâî, Mevlâna Celâleddîn-i Rumi, Hacı Bektâş-ı Velî, Hâce Bahauddin Nakşibend, Hacı Bayram-ı Velî, Zeyneddîn-i Hâfî, Abdüllatîf El-Kudsî ve daha nice eren ve mutasavvıflar, Ahi Evren ve Ahi Hüsameddin başta olmak üzere fütüvvet teşkilatının temsilcileri olan Ahîler coğrafyamızda İslam medeniyet ve irfânının köşe taşları olmuşlardır. Gerek Anadolu Selçuklu devletinde, gerekse Osmanlı devletinin kuruluşunda mutasavvıf ve tarikatlarla bunların zaviyelerinin rolü ve fonksiyonu tüm kroniklerde yer almaktadır.

Devam Edecek

Not: Kurban Bayramınızı Tebrik Eder, Tüm İslâm Alemine Hayır Ve Bereket Getirmesini Cenâb-ı Hakk (C.C) 'tan niyâz ederim.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Müfit Yüksel
10-09-16
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
TARÎKATLAR VE CEMAATLAR-1
Online Kişi: 23
Bu Gün: 213 || Bu Ay: 6.203 || Toplam Ziyaretçi: 2.215.173 || Toplam Tıklanma: 52.117.011