Kategori : / ÎMAN VE İSLÂM | Okunma Sayısı: 1957 |
Bir önceki dersimizde Ebu Hanife'nin hukukçuluğu üzerinde durarak İslam medeniyetinin kuruluşundaki rolünü anlatmıştık. Bugünkü dersimizde ise "Kim Müslümandır? Kim Tekfir edilir?" sorusuna cevap arayacağız.
1- Bir Hukukçu olarak bilinen Ebu Hanife aynı zamanda Ehli Sünnet olarak tanınan inanç sisteminin de kurucu öznesidir.
2- Burada “Ehli Sünnet”i de doğru anlamak lazım. Zira Türkiye’de çok fazla istismar edildi. Sünnet Hadis anlamında değildir. Sünnet yol demektir.
3- Ehli Sünnet özellikle Hz. Peygamber ve Ashabının din adına takip ettikleri yolu ve inanç esaslarını ifade eder.
4- Fakat ilk asırdan itibaren bu ilkelerde bir uzlaşı sağlanmamıştır. İslam toplumu büyüdükçe merkezi kimin tutacağı kavgası başlamıştır.
5- Bu kavganın merkezinde ise "Kim Müslüman?" sorusu vardır. Aslında bu soruyu modern dönemde devletin sahibi kimdir, sorusuna benzetebiliriz.
6- İslam’ın ilk asrında Hz. Ali ve Hz. Osman dönemindeki iktidar mücadelesi Haricileri çıkarmış ve onlar ilk defa tekfire başlamışlardı.
7- Tekfir bireyi toplumdan dışlama, öteki ilan etme, haklarını elinden alma ve öldürmeye kadar giden bir süreci tetikler.
8- Hariciler büyük günah nedeniyle bireyin İslam’dan çıkacağını kanı, malı ve ırzının helal olduğunu söylediler.
9- Büyük günah; hırsızlık, zina, içki, yalan, ana-baba hakkı bilmemek, faiz dedikodu gibi günahlardır. Haricilere kalsa bugün Müslüman kalmaz.
10- Ebu Hanife'nin karşılaştığı bir diğer sorun İslam’a yeni giren Türk, Fars ve diğer milletlerin statüsüyle ilgiliydi.
11- Emeviler döneminde İslam’a yeni girenler ikinci sınıf kabul ediliyor gayri Müslimlerden alınan cizye alınmaya devam ediliyordu.
12- İslam’a yeni girenlerin Müslümanlığının kabulü için şartlar öne sürülüyor, vergi gelirleri düşmesin diye cizye alınıyordu.
13- İslam toplumu hızla büyüyor ama büyüdükçe çözülmesi gereken yeni sorunlar çıkıyordu. Bu soruların cevabı bulunmalı ve rıza sağlanmalıydı.
14- Hegemonik güçler kaba güçle değil rızaya dayalı yumuşak güçle büyük topraklarda egemenlik kurabilirler. Silah feth eder, rıza yönetir.
15- Ancak bazı âlimler Ebu Hanife gibilerin bu meselelerle ilgilenmesine itiraz ettiler. Onlara göre bu konularda konuşmak caiz değildi.
16- Ehl-i Eser (Lafızcılar), Ehli Hadis (Arşivciler) denilen Arap olan âlimler statükonun devamını ve inanç alanında yorum yapmamayı savundu.
17- Ebu Hanife bunların durumunu “nehre düşüp çıkış arayan ve çırpınan adama aman sakın çıkış arama olduğun yerde dur” diyenlere benzetir.
18- Ebu Hanife bunlara bireylerin nasıl ibadet ettikleri kadar neye niçin, neden ve nasıl inandıklarını da bilmeleri gerektiğini söyledi. (Muhteşem!!! A.Ç.)
19- Ebu Hanife’ye göre bunu araştırmak orucu abdesti ne bozar sorusundan daha önemlidir ve bu nedenle dinin en büyük sorumluluğu da budur.
20- El Âlim ve’l Müteallim adlı eserinin girişi bu konuda tefekkür eden ve düşünen, araştıran talebenin övülmesiyle başlar.
21- Ebu Hanife’ye göre adaleti bildiğimiz ve savunduğumuz kadar zulmün ne olduğunu da bilmemiz gerekir. (Rahmet sana büyük âlim!!! A.Ç.)
22- "Adaletin ne olduğunu bilirim ama zulmün ne olduğunu bilemem" diyen kimseden daha tehlikeli daha şerli kimse yoktur, der.
23- Bu yüzden İnanan kimse de neye neden inandığını ve neyi neden inkâr ettiğini bilmek zorundadır. Üstad birilerine cevap verir ama kime?
24- Yorumu-tevili inkâr eden Ehl-i Hadise elbette. Merkeze ve toplumun omurgasına kimin fikirleri gelecek? İşte mücadele buydu aslında.
25- Ehl-i hadis ticaret yaparken aklını kullanan Müslüman’ın inanmaları gereken konuda akıl yürütmemelerini savunur.
26- Ehl-i Hadise göre iman nedir, Müslüman kimdir soruları yorum kabul etmez bize bu konuda gelen neyse ona iman etmek ve susmak gerekir.
27- Bu yüzden Selefiler zihniyet olarak Ehl-i Hadisin yolunu tercih ederler. Pratik ama teorik olmayan bir inanç kolay yönlendirilir.
28- Bu yüzden Hanefilik İslam dünyasında yayılırken onun altında felsefe, kelam, tasavvuf kendine yer bulabilmiştir.
29- Selefilerin ise kelam, felsefe ve tasavvufa karşı gelmeleri ve bu ilimlerle uğraşmayı dahi haram saymalarını dahi iyi anlayabilirsiniz.
30- Ebu Hanife’den inanç alanına ilişkin beş tane küçük risale bize kadar ulaşmıştır. İmam’ı Azam’ın Beş Eseri adı altında bulabilirsiniz.
31- Bu eserlerde Ebu Hanife öncelikle "Müslüman kimdir?" sorusuna cevap arar? Bu sorunun cevabı bizim İslam toplumuna aidiyetimizi belirler.
32- Çünkü birileri Allah’ın tüm emirlerini yapmadıkça inananı Müslüman kabul etmemekte ve onları İslam toplumunun bir üyesi saymamaktadır.
33- Ebu Hanife’ye göre eğer Allah’ın bütün emir ve yasaklarına riayet etmek din olsaydı, bunların birini terk eden kâfir olurdu.
34- Oysa Kur’an Kerim bazı günahları işlediğimiz halde bize "İman edenler" diye seslenir. Allah (cc) kullarından günah işleyenleri din dışına atmamıştır.
35- Borçlu kimse önce borcunu kabul eder sonra öder, borcunu kabul edip ödeyemeyen kimse borcunu inkârla suçlanabilir mi?
36- Bu yüzden bir kimse Allah'ı ve indirdiği vahyiyle kendisine ulaşanı kesin bir bilgi ile kabul eder ve bunu ikrar ederse Mümindir.
37- Allah’ı ve Allah katından gelenleri tasdik eden kimse bunlarda yer alan emir ve nehiylerin bir kısmını yapmamakla dinden çıkmaz.
38- Bu kimse olsa olsa günahkârdır ama asla kâfir sayılmaz, İslam toplumunun dışında kabul edilemez.
39- Toplumun dirliği, birliği ve büyük bir toplum olmanın yolu onun değerlerine sıkı sıkıya bağlı olmaktan geçer.
40- Biz bu değerleri bazen hayata geçirmesek dahi toplumun bir bireyi olduğumuzu hissedersek ona daha çok sadık oluruz.
41- Anne-babamız hata yaptık diye bizi evlatlıktan reddetse mi iyi, yoksa hatamızda bile bizim yanımızda olsa ve bizi bağrına bassa mı iyi.
42-Hatalarımızın bağışlanır olmasını bilmek, hatalarımız yüzünden birbirimizi incitmeyeceğimizi bilmek bizi millet yapar.
43- Bugün Müslümanlara "Kim Müslüman’dır?" diye sorsanız herkes "benim gibi inanan, benim gibi giyinen, benim gibi düşünen" demez mi?
44- İşte Ebu Hanife bu soruya tek bir cevap veriyor, "Allah'ı ve Allah'ın indirdiklerini tasdik edendir." Böylece imanda hepimizi eşitliyor.
45- Bir toplumun bireylerinin çoğu ortak bir akidede birleşince eylemdeki farklar tolere edilebilir. Akide bizi millet yapar.
46- Ebu Hanife'nin bu tanımı toplumsal hoşgörü ve dirliğin, millet olmanın esasıdır ki bu ilke iki asır sonra büyük bir konsensüse kavuşur.
47- İslam toplumu tekfirciliğe bu ilkelerle direnmiş ve ayakta kalmıştır.
Yazar: Hilmi Demir |
24-09-16 |
||
E mail: https://justpaste.it | Tweet | ||