ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : TASAVVUF / TASAVVUF VE TARÎKATLAR
Okunma Sayısı: 2125
Yazar: Müfit Yüksel
TASAVVUF, TARİKATLAR VE CEMAATLAR-4

TASAVVUF, TARİKATLAR VE CEMAATLAR-3Safevî ailesi, Sühreverdiyye-i Ebheriyye tarikatının şeyhlerinden Kürt asıllı Şeyh İbrahim Zahid Gîlânî'nin halifelerinden Şeyh Safiyuddin Ebu'l-Feth İshak El-Erdebîli (Vefatı:735/1334) tarafından kurulmuştur. Şeyh Safiyuddin ve Safevilerle ilgili en eski kaynak olan Safvetu's-Safâ'ya göre, Şeyh Safiyuddin'in ailesi aslen Horasan-Mazenderan vilâyeti hududunda yer alan Sencan kasabasından olup , 8. Babası Perviz/Firuz El-Kürdî Es-Sencânî, memleketinden Erdebil'e gelip yerleşen ilk kimsedir. (İbn Bezzaz, Tevekkülî b. İsmail, Safvetu's-Safâ, Yazma, 896/1491: 6b, Süleymaniye (Ayasofya) Kütüp. No: 3099). Safiyuddin'in ismine nisbeten, bu aileye ve bu sülaleden gelen hanedana Safevîler adı verilmiştir. Ailede şeyhlik babadan oğula geçmiş, Şeyh Safiyuddinden sonra yerine oğlu Şeyh Sadreddin Musa şeyh olmuş, onun ardından ise Hâce Alaeddin Ali, onun vefatıyla da Şeyh İbrahim Erdebilî posta geçmiş, bu babadan oğula geçiş döneminde aile, siyasal ve toplumsal güç kazanarak zamanla güçlü bir hanedan haline gelmiştir. Şeyh İbrahim'den sonra ise, yerine kardeşi Şeyh Ca'fer posta geçmiş. Ancak bu dönemde, Şeyh İbrahim'in oğullarından Şeyh Cüneyd, amcasını tanımayarak ona karşı çıkmış, Erdebil'i terk ederek Anadolu'ya gelip, saltanat kurmaya heveslenmiş başına dervişler/müritlerden müteşekkil askerler toplamıştır. Bu şekilde Safevî ailesi ikiye bölünmüştür. Aslında Sünnî/Şâfiî olan Safevî ailesi içerisinde Şiî ve Rafızî görüşlere ilk meyleden, Şeyh Cüneyd olmuştur. Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'ın kız kardeşi ile evli olan Şeyh Cüneyd Akkoyunluların Şirvan valisi olan Ferruh Şah Yesar ile giriştiği bir çatışmda 1460 yılında öldürülmüştür . Yerine müritleri tarafından geçirilen oğlu Haydar ise, delikanlılık çağına gelince babası gibi saltanat hevesine kapılarak başına müritlerinden büyük bir ordu toplamıştır. Akkoyunluların Şirvan hakimi Ferruh Yesar'ın ordusu ile karşı karşıya gelmiş, tam savaştan zaferle çıkacakken, Şeyh Haydar başına isabet eden bir okla öldürülmüş, ordusu paniğe kapılıp dağılmış ve çoğu kılıçtan geçirilmiştir. Büyük oğlu Sultan Ali'nin öldürülmesi ile, Hayatta kalabilmeyi başaran tek oğlu İsmail ise müritlerince Lahican'da gizlenmiş. Büluğ/ delikanlılık yaşına gelince baba ve delerinin müritlerinden dervişler ordusu toplamaya başlamış. Özellikle Erzincan-Tercan başta olmak üzere, Anadolu'dan bir çok mürit ona katılmış büyük bir dervişler ordusu ile babası ve dedesinin intikamını almaya koyulmuş. Önce Şirvanşah olan Ferruh Yesar'ı ortadan kaldırmış ardından Akkoyunlu hükümdarı Elvend Bey'le savaşmıştır. Sonunda Elvend'e karşı zafer kazanan İsmail, 906/1501 tarihinde Akkoyunlular'ın payitahtı Tebriz'e girerek şahlığını ilan etmiş, böylece Safevî Devleti kurulmuştur. Safevi aliesinin Şeyh Ca'fer ve Kutbuddin Haydar'dan gelen Sünni/Şâfii kolu da bir şekilde devam edip, Bağdat ve Süleymaniye civarındaki Haydari sülalesini oluşturmuştur. Mevlâna Hâlid Hazretlerinin hulefâsından Sibgatullah El-Hayderi, Mevlana Hâlid'in Menâkıbını anlatan El-Mecdu't-Tâlid kitabının Müellifi İbrahim Fasih El-Hayderî, Son Osmanlı Şeyhülislâmlarından Haydarizâde İbrahim Efendi gibi şahsiyetler bu aileye mensuptu, (İbn Bezzaz, Tevekkülî, Safvetu's-Safâ, 896: 6b, Süleymaniye (Ayasofya) Kütüp. No: 3099; Aşıkpaşazâde, Tevârih, Ali Beğ neşri, 1332, Matbaa-i Amire, İstanbul; F. Giese Yayını, Leipzig, 1929; Ahsenu't-Tevârih, Hasan-ı Rumlu, Farsça Metin, Oriental Institute, Baroda, 1931; W. Hinz, Şeyh Cüneyd Ve Uzun Hasan, TTK. Yayınları,1992; John E. Woods, The Aqquyunlu Clan, Confederation, Empire, Minneapolis&Chikago, 1976; El-Mecdu't-Tâlid Fi Menâkibi Mevlâna Hâlid, İbrahim Fasih El-Hayderi, Matbaa-i Amire, 1292, Osmanlı Şeyhülislamları, Abdülkadir Altınsu, 1972)

Tarikatlar içinde, zaman içinde Bâtıniliğe yönelip, dinin temel akidelerine ters düşen fırkalar haline gelenler olduğu gibi, ehil olmadıkları , seyr u süluk ve irşâd ehliyetine sahip olmadıkları halde, Mürşidlik, şeyhlik davasında bulunan bir hayli müteşeyyih de çıkmıştır. Asıl itibarıyle, toplumun bulunduğu hal ve ahvâli yansıtmışlardır.

Filhakika , her insani müesese de gibi, zamanla sapmalar, bozulmalar ve istismarlar da görülmüştür. Nitekim Celvetî meşâyihinin ünlülerinden İsmail Hakkı Brusevî kendi devrine ilişkin şöyle bir tesbitte bulunur: “ Bu a'sârda ise tekyelerin şeyhleri sabaha dek gaflette olduklarından ferâizi bile ikâmet etmez olmuşlardır. Pes bunlarda ne takva ve ne hod-fetva vardır. Ve bunlara Tâbî olan ehl-i tekyenin halleri dahi onlara kıyas oluna. Zira, dâllın tâbii dahi dâlldır. Ve böyle tekyeler “tağyîru'ş-şekl liecli'l-ekl” mânasını müştemil olan ehl-i bitâletin mevâzi ve müstakarrı olmağla kenîse ve meyâne gibidir ki, oralarda sâkin olanlar fiil-i muharremâttan hâlî değillerdir. Belki bunların hâli ehl-i kenîse ve meyhâne hâlinden eşeddir. Zira, istihlâl-i maâsi ederler ve meâbidi beyt-i esnâm kılup şânlarını tahkir ederler. Pes bunların azapları muzâaf olur ve bu a'sârda mahakk ve muhakkak olan şeyhe lâzımdır ki, tekye ve sûfî kaydında olmaya. Zira, ehl-i kesret ve ehl-i câhdan olur. Hakikat ise terk-i şöhret ile vücuda gelir ve ol mürîd ki filhakika müstaid olur. İstirşâda müteheyyi'dir, karîben ve ba'îden mürşidi bulur. Veyahud mürşid onun ayağına gelir. Ve maksud olan ihtidâ hâsıl olur.“

(İsmail Hakkı Brusevî, Yazma Mecmuâ, 46a, sadrazam Küçük Said Paşa Yazmaları.)

Tasavvufun temel kaynakları olan eserlerde, bu hususlar zaten yer almış olup, bu durumdakilerin vaziyet ve hali de uzun uzadıya izah edilmiştir. Keşfu'l-Mahub kitabında “Safâ, Kederin zıddıdır. Keder beşeri bir sıfattır. Gerçek Sufi ise bunu arkasında bırakandır” diyen ve bu hususta Hz. Yusuf'u örnek veren Hucviri/Data Genc-Bahş, bu konulara hususi bölümlerde uzunca detaylı bir şekilde yer vermiştir. Letâifu'l-Minen Ve Levakihu'l-Envâr sahibi Abdülvahhâb Eş-Şa'rânî de eserlerinde Müteşeyyihlerden müşahhas örnekler vermiştir. Hatta bu husuta, vefat etmeden önce kendilerine görkemli türbeler yaptırıp, kendilerini hem de abartılı bir şekilde türbeler yaptıran şeyhleri/müteşeyyihleri çok sert bir dille yermiştir. (Letâifu'l-Minen Ve'l-Ahlâk, Kahire, 1967; Levakihu'l-Envâri'l-Kudsiyye, Kahire, 1311) Her meşrep ve yol da olduğu gibi, Tarikatlarda da sapmalar, Suiistimaller söz konusu olmuştur. Su-ı misal üzerinden hareketle Takvâ ve Dört Kapı denilen Şeriat-Tarikat-Ma'rifet-Hakikat ilkeleri doğrultusunda, Ma'rifetullah kâidesini esas alan Tasavvuf'a ve bunun coğrafyamızın mayasını oluşturan İrfan ocaklarına yönelik, toptancı bir yaklaşımla, olumsuz tutum takınılması büyük bir adaletsizlik ve hakikatlerin örtülmesidir. Devam Edecek

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Müfit Yüksel
15-10-16
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
TASAVVUF, TARİKATLAR VE CEMAATLAR-4
Online Kişi: 28
Bu Gün: 80 || Bu Ay: 4.634 || Toplam Ziyaretçi: 2.212.459 || Toplam Tıklanma: 52.075.289