ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / DİL KALESİ
Okunma Sayısı: 2587
Yazar: C.Yakup Şimşek
HASAN PULUR'UN DİL HATALARI - 1

1932 tevellütlü Hasan Pulur, Türkiye’nin en tecrübeli kalemlerinden… Fakat 80’e dayanmış yaşı ve 50’yi aşmış yazı hayatı, onu bazen dil hataları yapmaktan kurtarmıyor. Milliyet’in 02 Temmuz 2010 tarihli sayısında onunDaha kırkları bile dolmadı... başlıklı yazısından iktibas ettiğimiz şu paragrafı bir zahmet okuyun ve Türkçe hatalarını görün:

"Bir deyim: ‘Hiçbir şey, gerçeğin kendisi kadar gerçek değildir.’
Nedir gerçek?
Gazze'ye insani yardım
götüren ‘Mavi Marmara’ gemisine baskın yapan İsrailli askerlerin 9 Türk’ü öldürmesi...
Bu gerçeğe kimin itirazı var
?”
 

İfade Hatası

Önce ifade yanlışını izah edelim, yani sondan başlayalım:
 

Hasan PulurBu gerçeğe kimin itirazı var?” diye soruyor. Ben de bu yazıyı okurken kendi kendime soruyorum:

- Hangi gerçeğe?..

Biraz yukarıdaki satırları tekrar okuyorum, ama net bir cevap yok… Aslında Hasan Pulur’un sormak istediği şeyi, onun yalnızca ifadelerine bakarak anlamaya çalışırsak varacağımız netice, yani sorduğu şey şu olur:

"Gazze'ye insani yardım götüren ‘Mavi Marmara’ gemisine baskın yapan İsrailli askerlerin 9 Türk’ü öldürmesine kimin itirazı var?..
(Kimin itirazı yok ki?)

Elbette Hasan Pulur bunu sormak istememiştir. Çünkü Hasan Pulur böyle biri olamaz... Peki ne demek istemiştir, yani neyi sormuştur? Olsa olsa şunu:

"Gazze'ye insani yardım götüren ‘Mavi Marmara’ gemisine baskın yapan İsrailli askerlerin 9 Türk’ü öldürmüş olduğu haberine (veya bilgisine) kimin itirazı var?..
 

Kelime Hatası

Cümle hatasını böylece bırakıp kelime hatasına gelelim:
 

“Hiçbir şey, gerçeğin kendisi kadar gerçek değildir.
 

Hasan Pulur bu söze “deyim” diyor…

(Şimdi ben de Hasan Pulur gibi “Buna kimin itirazı var?” dermişim… Siz de bana sorarmışsınız: “Neye itiraz kardeşim? O sözün “deyim” olup olmadığına mı, yoksa Hasan Pulur’un o sözü ‘deyim’ diye adlandırdığına mı?..”)

Peki bu söz bir “deyim / tabir” midir? Elbette değil… Bu söz bir “atasözü” olabilir, bir “vecize / özdeyiş” olabilir. Ama asla “deyim / tabir” olamaz…
 

Hasan Pulur Bilmiyor mu?

Acaba Hasan Pulur “tabir” ile “vecize” mefhumlarını hep karıştırıyor muydu? Merak ettim ve bunu anlamak için onun 40 - 50 yazısını taradım. Gördüm ki Hasan Pulur “tabir” ile “vecize”yi karıştırmakla kalmıyor, “tabir” ile “kelime”yi de karıştırıyor…

Bakın, 30 Haziran 2010 tarihli Milliyet’te “Gediktepe’de çömelmek mi, yoksa dikelmek mi daha doğru?” münakaşasına temas ettiği yazısında şöyle diyor:

Haaa bu arada Cüneyt Özdemir'e de bir sözümüz var, bir konuyu iyice araştırmadan, deyimleri bilmeden karşınızdakine soru sormayın, hadi cahilliğiniz demeyelim, bilgisizliğiniz ortaya çıkıyor.

Siz Gediktepe’yi ‘sığınak’ diye isimlendirirken, Pamukoğlu ısrarla hem de bir kere değil ‘sığınak değil, siper’ diye düzeltti. Sığınakla, siperin ne olduğunu bilmeden ahkâm keserseniz, böyle olur...”

Aşağıdaki cümleler de Hasan Pulur’un “tabir” ile “kelime”yi karıştırdığına dair diğer bazı örnekler:
Elbette tartışılır, ama Ziya Gökalp’ın deyimiyle ‘mukatele’ olmuştur, yani insanlar karşılıklı birbirlerini öldürmüşlerdir.”
Üstelik bu ifade veya iddia ‘taşeron’ gibi yuvarlak bir deyim değil, köşeli, sivri hedefleri belirli bir iddia...”

Saraka,  sözlüklerde bulunan, ama çok kullanılan bir deyim değildir, bugünün argosuyla, inceden inceye, kırmadan, incitmeden dalga geçmektir.”

"Rus subay anlatımlarında ‘soykırım deyimini kullanır.

Görüldüğü gibi, Hasan Pulur bu cümlelerde “sığınak, siper, mukatele, taşeron, saraka, soykırım” kelimelerinin de birer “deyim” olduklarını belirtmiş.
 

Hasan Pulur’un Türkçesi Kötü mü?

Elbette hayır… Onun Türkçesine “kötü” dersem büyük bir haksızlık yapmış olurum. Çünkü medyadaki kalem erbabının kahir ekseriyeti ondan daha kötü yazar. Bir başka ifadeyle, Hasan Pulur en iyilerden…

Mefhumlarıyla Oynanan Türkçe

Hasan Pulur’un (ve onun gibi ustaların) bile arada bir böyle kelime hataları yapmasını tabii karşılamak lazım. Zira Türkiye’de 75 yıldan beri mefhumlarla resmen oynanmıştır. Kelimeler atılıp yerlerine türedi kelimeler konmuş, yeni çıkarılanlardan bir kısmı 10 - 15 sene içerisinde tekrar değiştirilmiş veya terk edilmiş, eskiden beri mevcut olan kelimelere birdenbire yeni manalar verilmiş, verilen manalar sonra değiştirilmiş… Hâsılı mefhumların çoğu yerinden oynatılmış ve mana - kelime bağı zayıflatılmıştır.

Hasan Pulur’un, atasözüyle, vecizeyle ve kelimeyle karıştırdığı “deyim” sözü de yerinden oynatılan, dümeni kırdırılan ve başka yere oturtulan kelimelerden…

Ben de Şaştım N’ideyim, TDK’ye Ne Deyim?

1935’ten önceki kültür dilimizde “deyim” diye bir kelime kullanılmıyor olmalı. Çünkü ne Kamus-ı Türkî’de mevcut ne de 1928’in İmla Lûgati’nde…

TDK’nin Derleme Sözlüğü’ne göre “deyim” kelimesi Türkiye Türkçesi ağızlarında şu manalarda kullanılmış:

1. Diyeyim: Efendime deyim... 2. Cümle: İki deyim söz. 3. Söz, kelime 4. Mâni, destan, ağıt, şiir, mısra, şarkı, türkü, gazel.

İşte bu manalara gelen “deyim”e 1935’teki Osmanlıcadan Türkçeye Cep Kılavuzu’nda “tabir = Terme, expression” manası yüklenmiştir. Niçin? Niye olacak, “tabir”i öldürmek için…
Aynı Kılavuz “demek” fiiline bağlı şu sözleri de ihtiva ediyor:

Deyiş = Tarz-ı telâffuz = Prononciation

Diyem = 1. İfade 2. Mantık

Diyev = Beyanat = Déclaration

Bunlardan “deyiş” de “deyim” gibi yerinden oynatılan, dümeni kırdırılan ve başka yere oturtulan sözlerden; “diyem” ve “diyev” ise önce doğurulan, sonra da bir yerlerde ölüme terk edilen zavallı “söz yaratıkları”ndan…

Haa, affedersiniz, unutuyordum: TDK “diyem”i 1935’te yapıştırıp yakıştırdığı mana (1. İfade 2. Mantık) ile yaşatamamış; 1974’te çıkardığı “Yazın Terimleri Sözlüğü”nde  ise “meal” karşısında canlandırmaya çalışmış ve ona şöyle bir mana vermiş:

Bir dizeyi, bir koşayı, bir konuyu yazıldığı sözcükleriyle değil; kavrandığı gibi kısaca anlatma.”

Peki, canlandırabilmiş mi?

Buna bir başka sualle cevap verelim: Bu kelimeyi anlayan, kullanan var mı?..

Yoksa daha ne diyem?.. (Bakın ben "diyem" dedim.)

Aynı TDK 1974’te diriltmek için uğraştığı kelimeyi 1978’teki Özleştirme Kılavuzu’na  almamış bile… Yani tekrar gömmüş…

Arapça asıllı “meal”i kovmaktan vazgeçmiş mi peki? Hayır, bu sefer de onun yerine “anlam, kavram” kelimelerini getirmiş.

Hasan Pulur Ne Yapsın?

Şu kelimeleri kaldır, yerine bunları koy; olmadı, onları şöyle bir kenara bırak, diğerlerini getir… Bir dilin kelimeleri böylesine değiştirilirse o dil yazboz tahtasına döner. Bu hâle gelen bir dili konuşanların mantığı alt üst olur. İnsanlar birbirleriyle anlaşmakta zorlanır. Anlatma ve anlama yolları sarpa sarar…

Bu zincirleme sebep-netice bağını sürdürürsek işin hangi tehlikeli sınırlara varacağını aklı başında olan herkes tahmin edebilir: Sosyal hayat felç olur.
Refik Erduran'ın bir tespitini hatırladım: "Kavramları birbirine doluyoruz. Dolayınca da her şey, ama her şey karışıyor."

1932’de doğan Hasan Pulur şanslı…

Kimden mi?

1942'de, 1952'de veya - benim gibi - 1962’de filan doğanlardan…

Çünkü onun yetiştiği yıllarda Türkçemiz, dil bahçemiz, çok az bozulmuştu.

Şimdiki Türkçe mi?

Mihnet-Keşân'ın sahibi, meşhur şair İzzet Molla - ki Hasan Pulur muhtemelen ona atfedilen fıkraları bilir - iki asır önceki Keşan yolculuğu sırasında, atlı arabasının aynasında perişan olmuş yüzünü seyrederken bugünkü Türkçeyi de görmüş gibidir:

"Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin
Bülbül hamûş, havz tehî, gül-sitân harâb
..."


Yazar: C.Yakup Şimşek
06-07-10
E mail: c.yakup_simsek@dogrulus.com
Yazar Hakkında Bilgi ve Diğer Yazıları
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
HASAN PULUR'UN DİL HATALARI - 1
Online Kişi: 9
Bu Gün: 123 || Bu Ay: 9.785 || Toplam Ziyaretçi: 2.222.164 || Toplam Tıklanma: 52.173.116