HALEB'E DÖNÜŞ

Halep, 12 Aralık 2016'da Rus ve İran destekli Esed ordusu tarafından düşürülmüştü. Üzüntümüz hadsizdi. 30 Kasım 2024'te geri alındı.

ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
"Her kim selefin bilmediği bir amel icad ederse, Peygamber'in risalete ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Çünkü din tamamlanmıştır (Maide, 3) O gün din olmayan şey bugün de din değildir."
İmam Mâlik
Kategori : İKTİBAS / Muhtelif Mevzûlar, Yazarlar, Yazılar
Okunma Sayısı: 67
Yazar: Ömer Lekesiz
‘Yıkılmış aşiret il bozuk bozuk’

‘Yıkılmış aşiret il bozuk bozuk’Her kültür kendi başına yani müstakil bir bütündür. Bu bütün, idraki oluşturan şuur; tasavvur; ezberleme; hatıra ve hatırlama fiili; marifet; fehim; fıkıh; akıl; hikmet; dirayet; zihin; fikir; sezgi; zekâ; fitnat / zihinî açıklık; hâtır; vehim; zan; ilmelyakîn - aynelyakîn - hakakkalyakîn; bedahat / apaçıklık; evveliyat; hayal; reviyye / etraflıca düşünme; kıyaset / akıllı uyanıklık; hubur / coşkulu sevinç; rey / doğru seçim ve ferâsete… koşut olarak oluşur. Diğer bir ifadeyle zikredilen bu idraki unsurlar o toplumdaki çeşitli grupların da -örneğin marifetliler, akıllılar, dirayetliler, ferasetliler… vb.- göstergeleri olarak kültür kavramında toplanırlar.

Böylece söz konusu unsurlar, önce fertlere mahsus olmaları bakımından, onlardaki ortaklaşma ya da benzeşme yoluyla -İslam toplumu, Hıristiyan toplumu vb.- topluma dair bir surete veya resme konu olurken, bu resim aynı zamanda o toplumun vasıflandırıldığı -İslam kültürü, Hıristiyan kültürü vb.- kültüre de ad olur.

Yukarıda zikrettiğimiz marifet kelimesinin bizde sanat kelimesiyle eş anlamda kullanılmasından hareketle, idrak içinde marifeti / sanatı, kültür içinde marifetliliği / sanatlılığı / sanatçılığı, Yahya Kemal’in şiiri merkeze alarak yaptığı kendimizle kayıtlı yani bize özel şu yorumuyla çerçeveleyebiliriz:

“Şair bütün öteki sanatlara bağlıydı: Divanını yazıp bitirdikten sonra hattata veriyordu, hattat o divandan talik hattın -hattın son- kıvraklığıyla bir sanat eseri daha yaratıyordu, mücellit deriden, sahtiyandan temasın bir hazzına daha misal gösteriyordu, müzehhip gözleri, arapkâri çizginin oyunlarıyla, zevkiyle bir daha kamaştırıyordu.

Şairin divanındaki şarkıları bestekâr birer makamdan besteliyor, Boğaziçi yalılarını, Rumeli ve Anadolu'nun konaklarını neşeden, hüzünden mest ediyordu; gazellerini, hanende Kâğıthane'nin ve Osmanlı ülkesinin Budin'den Mısır'a kadar semasına yükseltiyordu; naatlarını, naathan mevlitlerde okurken bütün bir ümmet zevkinden: ‘Allah!’ ve ‘Ya Muhammet’ nidasıyla kubbeleri inletiyordu.

Şaire; mimar camilerinin, mescitlerinin, saraylarının, hanlarının, medreselerinin, çeşmelerinin, şadırvanlarının cephelerinde bir yer ayırıyordu; taşçı kitabe taşını kesiyor, hattat kitabeyi yazıyor, hakkâk oyuyordu.

Şair milli hayatın şahidi mevkiinde idi, padişahtan serdara kadar bütün şahsiyetleri o yaşatıyordu. Nefi diyor ki: ‘Sultan Süleyman’ın namını haşre dek yaşatan, Bâki’nin sözündeki abıhayattır.’ (…)

Hasılı şair bütün sanatlara, bütün hayata böyle bağlarla bağlı ve o cemiyetin timsali idi. Şiirin aletleri, usulleri, lisanı, zevki birdi ve her yerde aynı seviyeye hitap ediyordu. (…)

Bu cemiyet coşkun, taşkın bütün manasıyla yaşıyordu, onun için şiiri de içeriden dışarıya bir atılıştır, züht, hayata sataştığı için zahitlere söver; felek, bu hayata kastettiği için feleğe bağırır. Güzelliği görmekten, çirkinliğe bakıp da iğrenmeğe vakit bulamaz. Sevmekten, nefret edilecek şeyleri göremez(di).”

Yahya Kemal’in bunları ifade ederken başvurduğu “görülen geçmiş zaman kipi”nden de anlaşılacağı üzere o gidişatın yine onun kelimeleriyle yavaş yavaş ihtiyarlayacağı, sonra öleceği ve bize şiirin gövdesini miras bırakacağı, böylece marifetinin unsuru olduğu idrak ile onun toplumsal pratiği de diyebileceğimiz kültürün bozulacağı sonucuna varacağımız malumdur. Özetle bu sonuç idraklerin bozulmasıyla kültürün ya da kültürün bozulmasıyla idraklerin bozulacağının da beyanıdır.

Yahya Kemal’in mezkur söyleyişindeki “cemiyet” kelimesini “teba ya da aşiret(ler)” şeklinde okuyarak devlete tahvil ettiğimizde, söz konusu bozulmayı hem fertten devlete hem de devlette ferde dönen çift kutuplu ama tek bir olgu ve dolayısıyla olay olarak da ifade edebiliriz. Tıpkı Pir Sultan Abdal’ın şu dizelerindeki gibi:

“Bu yıl bu dağların karı erimez
Eser bâd-ı sabâ yel bozuk bozuk
Türkmen kalkıp yaylasına yürümez
Yıkılmış aşiret il bozuk bozuk”

Bizde zuhur eden idrak, kültür ve devlet üçlüsündeki bu bozulmayı, siyasi bir nitelemeyle Batılılaşma olarak adlandırıyoruz.

Burada siyasilik vurgusunu, Batılılaşmanın idrak, kültür ve yönetim esasında kendiliğinden yani normal bir etkileşime tabi olarak gerçekleştiğine –çok zayıf bir ihtimalle- inan(dırıl)ıyor olsak bile, gerçekte onun dıştan inen, tepeden gelen, zorla dayatılan… açık bir baskıya yani zulme konu olması nedeniyle yaptığımızı da belirtmeliyiz.

Bu bağlamdaki bozulma örneklerinden birini, Yahya Kemal’in yukarıda şiir merkezinde resmettiği sanat idrakinin yani sanatsal bütünlüğün “halk ve saray” ayrımına uğratılışından verebiliriz.

Nasipse sonraki yazımızda inşallah.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Ömer Lekesiz
23-11-25
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
‘Yıkılmış aşiret il bozuk bozuk’
Online Kişi: 36
Bu Gün: 839 || Bu Ay: 69.869 || Toplam Ziyaretçi: 2.675.576 || Toplam Tıklanma: 57.018.447