ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : İKTİBAS / ÂKİF EMRE
Okunma Sayısı: 1788
Yazar: Akif Emre
GELENEK BİR YÜK MÜDÜR?

GELENEK BİR YÜK MÜDÜR?Bir şehir: Gelenek ve mekan

'Geleneklerine bağlılıklarıyla bilinen İngilizler' cümlesi kulağımızı tırmalar. Gelenek ve bağlılık kimileri için bir yük. Gelenekten kurtulmaya çalışan, bunun için tarihini terk edip geçmişe sığınan bir toplum için geleneklerine bağlılık bir tür bağımlılıktır. Köhnemiş, eskimiş alışkanlıkların, değerlerin ruhumuza geçirdiği prangaydı gelenek.

Geçtiğimiz günlerde uzun denilebilecek aradan sonra İngiltere'nin üniversite şehri Oxford caddelerinde gezerken aklıma takılan soru buydu: gelenek bir yük mü?

Oysa bizzat Oxford'un kendisi bu soruya verilmiş bir cevaptı. Gezindiğim caddeler aslında bir üniversitenin koridorlarından başka bir şey değildi. Müze şehir görünümünü veren yapılar, kiliseler, kuleler, kubbeler Ortaçağ'dan kalma ama bugünün üniversitesinin yapılarıydı. Yaklaşık bin yıla varan geçmişiyle kilise öğretim kurumundan, öğretisinden dünyanın en prestijli bir üniversitesinin çıkması nasıl mümkün olabilmişti? Skolastizmin, Hristiyanlığın tüm yoğunluğunu yaşatmak üzere kurulmuş bir eğitim sisteminden bugünkü seküler bilim mabedine dönüşmesini sağlayan hangi gelenekti?

Bugünün seküler bilim mabedi olan üniversitenin temelinin kilise olması ve hatta kilise ile üniversitenin süreklilik içinde birbirini beslemesi nasıl açıklanabilirdi? Hristiyanlık'ın sekülerliği mündemiç olması bir yana kilisenin sekülerliğin kurucu merkezi üniversiteye beşiklik etmesini de bize öğretilen şablonla açıklamak imkansız. Sadece üniversite kilise ilişkisi bağlamında değil, şehir, toplum, siyaset ilişkilerinde laiklik, modernlik gibi büyük dönüşümler açısından benzer ilişkiler kurulabilir.

İslam dünyası dini ilim-seküler bilim ayrımına girmeden düşünceden, bilimsel buluşlara kadar tüm entelektüel çabalarda altın devrini yaşadığı dönemde Avrupa'da bilim-teoloji çatışmasından kilise yorgun düşecek kendi içinde dönüşümler geçirecektir. Sonuçta Rönesans, aydınlanma, modern çağı oluşturan aşamalar kiliseye rağmen ama kiliseden beslenen bir tür sekülerleşme aşamalarıdır.

Batı medeniyeti dediğimiz hikaye tüm bu olguların iç içe geçtiği, bir biriyle çatışan ama birbiriyle de yapışık devrimlerin, anlayışların büyük sürekliliğinden başka nedir ki?

Zihnimde bunlar akıp geçerken beraber gezdiğimiz akademisyen dostuma dönerek 'işte bu anlattığım kalp metaforu' diyecektim... Tabi kendisi bir gün evvelki konuşmayı dinlemediği için, ne demek istedi türünden bakakalacaktı.

Kalp metaforundan kastım şuydu: İslam Medeniyetinin hala bu çağa söyleyecek bir sözünün olup olmadığı, daha açık ifadeyle hayatiyetini sürdürüp sürdürmediği sorusu çok tartışılır. Özellikle arayış içindeki gençlerin içinden çıkamadıkları bir çelişkiler yumağıdır bu soru.

Bu durumu kalp metaforunun açıklayıcı olduğunu düşünürüm. İslam Medeniyetini bir bedene, organizmaya benzetirsek tüm uzuvlar yerinde; referans sistemi, tarihsel tecrübesi, insan ve coğrafi unsur ile insanlığa söyleyecekleri var. Kalp yani onu besleyen değerler, kaynaklar kan pompalamaya devam ediyor. Ne var ki kalpten aldığı enerjiyi harekete geçirecek kollardaki ana damar kesik. Tüm mesele bu kesikliği ortadan kaldırıp bedenimize hayatiyet veren kanla buluşmasını sağlamaktır.

Oxford örneğinde, uzun tarihsel süreç içinde Batı medeniyetini canlı tutan kalp kan pompalamaya devam ediyor. Kalbinden aldığı enerjiyle ihtiyacı olan hareketi gerçekleştiriyor, eşyaya, dünyaya biçim veriyor. Bunun şehir, kilise, üniversite, aydınlanma, modernite, sekülerlik bağlamında somutlaşmış, taşa toprağa, ete kemiğe bürünmüş hali Oxford şehrinde dolaştığım sokaklar yani üniversitenin koridorlarıydı...

Bu çerçevede gelenek, hafıza, tarih, birikim en üst ifadesiyle üniversitede billurlaşıyor. Modern bilimin mabetlerinden biri bu üniversite tam da bu metaforu açıklıyor. Kıta Avrupası'ndaki, Amerika'daki üniversitelerde farklı tezahürleri olsa da radikal kopuşların bile süreklilik arz eden, gelenekle irtibatlandırılan bir boyutu var. Geleneksel olmasa da geleneği olan toplumdan bahsediyoruz.

Türkiye'de yaşanan yangın tam da bu anlamda Müslümanca düşünüşü, kavrayışı, anlayışı, hakikati keşfetme yeteneğini sağlayacak kaynaklarla irtibatımızın koparılmasıdır. Gelenekçilik adına donmuş, katılaşmış bir geçmişe saplanıp kalmak ya da tüm tarihi, tecrübeyi, bizi biz yapan değerler sistemini inkara yöneliş hali...

Medeniyet çözümlemesi bir yana, bunca birikime rağmen geldiğimiz nokta tarihi olmayan geçmişi ile övünen bir toplum haline getirilmiş olmamızdır.

Toplumsal hafıza, aidiyet, özgüven bir gelenek içinde hayatiyetini korur. Gelecek ufku ise geleneği de aşan ama gelenekle taşınan referans sistemi ile süreklilik arz eden sağlıklı ilişkiler üzerine yükselebilir. Geleneğin biçimsel görüntüsünü kutsamak yerine onun da beslendiği değerlerin dinamizmiyle buluşmaktır aslolan.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Akif Emre
11-12-16
E mail: yenisafak.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
GELENEK BİR YÜK MÜDÜR?
Online Kişi: 15
Bu Gün: 347 || Bu Ay: 9.570 || Toplam Ziyaretçi: 2.201.280 || Toplam Tıklanma: 51.943.034