Kategori : / DİL KALESİ | Okunma Sayısı: 400 |
Alman düşünür Martin Heidegger’in Türkçeye “Dil varlığın evidir.” şeklinde tercüme edilen meşhur bir sözü vardır. Bu cümle, asırlar önce Hacı Bektaş-ı Veli’nin dilinden çıkan “Eline, beline, diline sahip ol!” şeklindeki sözü hatırlatır bize. Hünkâr’ın bu vecizesi, yalnızca günlük hayatın nizamını tesis ve muhafazaya yönelik ahlaki öğütlerden ibaret değildir elbette. Sözdeki “el, bel, dil” kelimeleri, “il (memleket, ülke), nesil ve lisan” bağlamında düşünüldüğünde bu öğüdün Heidegger’in ifadesiyle aynı kapıya çıktığı anlaşılır.
Yaşı MÖ 3500 yıllarına kadar uzanan Türkçe bugüne kadar milyonlarca kişinin evi olmuştur. Konuşulup yazıldıkça bu ev sahipliği de devam edecektir. Bu durum; şair, ozan, yazar, fikir ve ilim adamları için çok daha farklıdır. Onlar duygu ve düşünceleriyle hem bu evin içinde yaşarlar hem de onun sınırlarında nöbet tutarlar.
Sözlük geleneğimizin banisi ve mimarı olan Kâşgarlı Mahmut, Dîvânu Lugâti’t-Türk adlı eserine 1 Cemaziyelevvel 464 (25 Ocak 1072) tarihinde başlar. Müellif, birkaç kez gözden geçirip bazı ilaveler yaptıktan sonra 9000 civarında kelimeyi bir araya getirdiği sözlüğünü 12 Cemaziyelahir 466’da (12 Şubat 1074) tamamlar. Ardından 470 (1077) senesinde Bağdat’ta Halife Muktedî Bi-Emrillah’ın oğlu Ebu’l-Kâsım Abdullah’a takdim eder. Bilim çevrelerinde eserin yazılış ve tamamlanış tarihleri hakkında farklı görüşler bulunsa da yaygın olan düşünce budur.
İçinde bulunduğumuz sene, bünyesinde Türk dili, edebiyatı ve kültürü açısından önemli pek çok malzemeyi cemeden Dîvânu Lugâti’t-Türk’ün yazılışının 950. sene-yi devriyesidir. UNESCO tarafından da kutlama yıl dönümleri arasına dâhil edilmiştir. Asırlar önce böyle soğuk bir kış gününde kalemini elini alan Kâşgarlı, yaklaşık 2 yıl emek verdiği şaheserini yine böyle bir zamanda tekemmül ettirip insanların istifadesine sunmuştu. Eserini kaleme alırken kullanacağı dil malzemesini bizzat sahayı dolaşarak elde etmişti. O devrin Türk illerini tek tek gezen müellif, yalnızca teorik değil haritayla destekleyip misallerle tanıkladığı uygulamalı bir çalışmaya imza atmıştı. Bilim ve kültür tarihimizde “ilklerin eseri” olarak bilinen Dîvân, milletçe iftihar edeceğimiz bir kaynaktır. Daha doğrusu, üzerinde herkesin ittifak edeceği nitelemeyle bir hazinedir ve bir sözlükten çok daha fazlasıdır.
UNESCO’nun 7-22 Kasım 2023 tarihlerinde gerçekleştirdiği oturumlarda alınan karar; kültür ve medeniyetimizin zenginliğini, sözlük geleneğimizin parlak ve köklü bir maziye sahip olduğunu hatırlatması bakımından önemlidir. Tohumları Türkistan illerinde atılan bu gelenek, takip eden senelerde Türk dünyasının hemen her köşesinde yazılan telif yahut tercüme eserlerle devasa bir külliyatın teşekkülüne vesile olmuştur. Mukaddimetü’l-Edeb, Kitâbu’l-İdrâk li-Lisâni’l-Etrâk, kısa adı İbnü Mühennâ Lügati olan Kitâbu Hilyetü’l-İnsân ve Halbetü’l-Lisân ismi anılması gerekenlerden yalnızca birkaçıdır. Bu vadide çok sayıda manzum sözlük de telif edilmiştir. Vücut bulan onlarca sözlük, anılan eserlerin sadece ihtiyaç hâlinde başvurulan bir kaynak olmadığını, okunmak hatta hıfzedilmek için de tertip edildiğini gösterir.
Yakın tarihimizde Şemsettin Sami, Muallim Naci gibi fikir ve kalem erbabının emek verdiği bu alan, günümüzde muhtelif kurumlar ve kişiler eliyle ürün vermeyi sürdürüyor. Türk Dil Kurumu'nun 1945 yılından beri farklı türlerde örnekler sunduğu sözlük dünyamıza ömürlerini bu işe adayan İlhan Ayverdi, D. Mehmet Doğan, Yaşar Çağbayır, Ali Püsküllüoğlu gibi isimlerin büyük katkısı olmuştur. Bu hizmet halkasında genel sözlük yazarlarının yanı sıra etimolojik, tarihî vd. sözlük hazırlayıcılarının da emeği çoktur. Bütün bu gelişmelere rağmen sözlük bahsinde yapılması gereken daha pek çok iş vardır.
Yazının son cümlesi Konfüçyüs’ten olsun: “İmparator olsam ilk işim bir lügat yazdırmak olurdu. Herkes ne dediğini bilsin diye.”
Yazar: İdris Nebi Uysal |
12-02-24 |
||
E mail: yenisafak.com | Tweet | ||