Kategori : / KADIN VE ÂİLE | Okunma Sayısı: 25 |
Büyükşehirlerde ve diğer şehirlerde de sokağa yansıyan insan hâllerinden, olaylardan, aklın ve izanın gücünün yetmediği hâl ve hareketlerden şikâyetçi olmayan yok gibi.
Bütün şikâyetlere rağmen; sokakta, çarşıda, pazarda, medyada, sosyal medyada, bunca işlenen her türlü melanet, evlerin içinin fotoğrafı değil midir?
Şimdi bütün bu olup bitenler karşısında, aşağıda hatırlatacaklarım oldukça geri bir yazı. Hatta belki çok kimse; “Nerede yaşıyorsun, nerenin türküsünü çığırıyorsun” diyecektir.
Yine de bu geri yazıyı yazmalıyım. Bugüne bakınca komik düşse de paylaşmalıyım.
*
Biz aile merkezli bir toplumuz. Aile merkezli milletler merhametli toplumlardır. Tarihte kurulan devletlerin 16’sı da aile merkezli ve aile muhtevalı devletlerdir.
Bu sebeple evlerimiz devlet kurucu akıl, mantık ve inancı üzerine inşa edilmiştir. Evlerimiz, devletin bekçisi ve bekası için öncü merkezlerdendir. Müslüman evi besmelesiz, Kur’an’sız, kitapsız, seccadesiz ve kütüphanesiz olmaz.
Ev ahalisinin ve evdeki hayatın işleyişi, kitap ve seccade kavli üzerinedir. Bu düzeni, “Kâbe odaklı kıble medeniyeti ve tasavvuf inancı” sağlar.
Evlerimizde eşyalarımız ve sosyal ihtiyaçlarımızı giderdiğimiz mahaller, Kâbe’ye saygı ve sahiplenme inancıyla inşa edilmiş, mimarisi buna göre düzenlenmiştir.
Mesela yatak odalarımız ve yatılan diğer odalarda ayaklar, Kâbe’ye doğru uzatılmaz.
Af edersiniz tuvaletlerin yönü Kâbe’ye doğru değildir. Bu hâl, kıblesizlere komik gelebilir.
*
Sokakta gördüğümüz olumlu veya olumsuz hareketler, iş yerlerinde gördüğümüz çalışkanlıklar veya tembellikler, eğitim kurumlarındaki benzeri hâl ve hareketlerin çıkış noktası evlerdir.
Evlerden sokağa akan hayatlar, ev hâlini gösteren önemli karelerdir. Oysa bizim medeniyetimizin gereği evlerimiz mektep hüviyetindedir. Medresedir, dergâhtır, yuvadır, vatandır, bayraktır, millettir, ülkedir.
Devlet-i Aliye’nin, 700 yıl ayakta kalmasının ve rivayete göre topraklarının 22 milyon metrekareye çıkmasının sebebi, ataerkil aile sistemini muhafaza ettiği ve bu özelliklerini korumakla birlikte, yaşanmasını sağladığı, sağlattırdığı içindir.
Peki, bu evler nasıl evlerdi? Bu evleri bugüne taşımak mümkün mü? Elbet değil. Bir kere mimari olarak taşımak imkânsız!
Artık insan ilişkilerinin sıfırlandığı çok katlı apartmanlarda oturuluyor. Bir de yine kimsenin üzerine gitmek istemediği toplumun esas kanayan yarası hepimizin malumudur.
Her geçen gün kanayan bu yara; ailelerin parçalanarak, çekirdek ailenin de çekirdeğine kadar düşmesidir. Bu hâl, medyanın her türlüsüyle sürekli özendirilmektedir.
Plazalarda ve rezistanslardaki “tek kişilik” veya “ev arkadaşı” adı altında “kayıtsız” ve karanlık hayat biçimleri sürekli pompalanmaktadır.
Bu hayat karmaşası, parçalanmış ailelerde görülürken, artık parçalanmamış ailelerde de görülmeye ve normalleşmeye başlamıştır.
*
Ezcümle:
Aile merkezli yazılar yazmaya utanıyorum ve hakikaten çok geri bir mesele hâline geldi. Acaba elde kalanların korunması için UNESCO’ya mı müracaat etsek?
Yazar: Hüseyin Öztürk |
26-09-25 |
||
E mail: yeniakit.com | Tweet | ||