ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
Bir düşünce için ölümü göze almak, kendini feda ediş değil; hayatı anlamlandırmaktır.
İsmet Özel
Kategori : / TEFEKKÜR
Okunma Sayısı: 2503
Yazar: Hatice İslamoğlu Erdem
VAKIF İNSANLAR ÖLDÜ MÜ?

VAKIF İNSANLAR ÖLDÜ MÜ?Kendimi bildim bileli belli bir yapının içinde büyüdüm. Dört beş kişinin emeği ile yükselen, temelleri samimi insanların omzunda filizlenen güzel, şirin bir yapı. Salih amelin, hasenatın değerli olduğunu bu yapı içerisinde öğrendim. Emekle sabrın ilişkisini bu süreçte tanıdım. İçerisinde ortak iyinin yer aldığı birçok fırsatı barındıran vakıflar benim için bir havuz niteliğindedir. Çocuğunuzu o havuza atar, oradan beslenmesi için havuz ve çocuk arasında ünsiyet kurarsınız.

O havuzun suyu zaman zaman bulanır, temizliğe ihtiyaç duyar. İçerisinde sağduyu ve basiret sahibi insanlar tarafından suyun bulandığı fark edilmez de devridaim yapmazsa içerisine giren iyi, güzel ve faydalı olanları da bulanıklaştırır, görünmez hale getirir.

Vakıfların kurumsal kimliğin ön planda olduğu yapılardan farkı, temelini gönül birliğine dayanan bir kaynağa atfediyor, ortak iyi ile hareket eden bir zemin üzerine tesis ediliyor olmasıdır. Aynı zamanda vakıflar, içerisinde ast üst ilişkisine dayanan bürokratik ilişkileri değil, ünsiyet ve meveddet ile kurulan muhabbet ortamını barındırır. Eğer bir vakıf gönül birliğine davet ediyorsa, gönüllülük esası ile hareket etmelidir. İçerisinde çalışan her bir elemanın, çaycısından, temizlik elemanına kadar, hepsinin vakıf şuuruna sahip olması en asgari aranan şart olmalıdır. Neden orada olduğunun bilincinde olmamış bir kişinin sorumsuzluğunun sonuçları bir iş yerindeki sorumsuz işçi ile kıyaslanamayacak kadar büyüktür. Nitekim öyle de olmaktadır. Sorumsuzun birinin yaptığı çirkin bir eylem, gönüllü birliktelikler ile yürüyen kervanı duraklatmakta, yapılan hata dışarıdan gözlemleyenler için kervanın başını çeken kişi veya kişilere mal edilmektedir.

Onlarca sivil toplum kuruluşu olmasına rağmen STK’ları bir kapalı havza gibi görüp bu havzadan kaçarcasına uzaklaşan insanlara bir kez bakmanız yeterlidir. Artık vakıf deyince kimse aynı şeyi anlamıyor. Hiç kimse vakıf deyince çoluğunu çocuğunu, elinde avucunda olanı getirip gözü kapalı vakfedecek yiğitler aramasın. Böyle bir arayışı hak edecek bir zemine oturtulan ilişkinin merkezinde güven olmalıdır. Günümüz vakıf ve derneklerin çoğu ise kamu kuruluşlarından farksızdır. Hedefsiz ve günübirlik akışkanlıklar doğrultusunda günü kotarma mantığı ile hareket etmektedir.

Vakıf insan değiliz. Ne yaptığımıza vâkıfız, ne de yapılana.

Geçmişimize sahip çıkmadığımız, insan yüreğine ve emeğine yatırım yapmadığımız sürece de böyle bir sevdaya talip olamayacağız. Bir kuruma olan aidiyeti, o kurumda görünmeyi ilke edinen bir adamın iki dudağı belirliyorsa, o yapıda görünmek dahi, olmak için verilen emekleri ziyan etmeye yeterlidir. Kuruma kaç kere gelip gittiğinle ölçülen bir aidiyet, ham bir akıldan doğacak en küçük akıl tezahürüdür. Görüntüye yatırım ilkesizliği doğurmuştur. Yolun başka, yolcunun başka olduğu camiaların merkezine bir bomba gibi yerleştirilen ehliyetsiz ve liyakatsiz insanlar geldikçe, o yolun ne yolcusu olur, ne yolu açık olur.

Bir gönül medeniyeti olarak inşa edilen vakıf ve derneklerin merkezinde aşkın yerini iş, aidiyetin yerini asabiyet, adanmışlığın yerini adetler aldıysa o yapı üretimini durdurmuştur. Fason mal üreten bir fabrika gibi tıpkıbasım insan modeli çoğaltıyor demektir.

Peki nereye gidecek bu vakıflar? Kimler sahip çıkacak?

Öyle ki vakıfları şahıslar vakıf eder. Ve yine şahıslar zelil eder. Eğer kurumları, içerisinde yer alanlardan bağımsız olarak değerlendirirsek ki bu durumda her insan bir vakıftır. Ve her ‘vakıf insan’ın olduğu yerde bir daru’l Erkam modeli oluşacaktır. Fakat bugün kimse olaya böyle bakmıyor. Bir vakfı vakıf yapan güzel eylemler, bedeli ödenmiş fikirler ve o fikirlerin sahibi insanlardır. Ve orada yapılan her gayrimeşru davranışın altına kişi kendi imzasını değil, o fikirlerin sancısını çekmiş olan sağduyu sahibi insanların imzasını atmış olur. Hepsi bu mu? Maalesef değil.

Ekoller yapılardan büyüktür.

Yapılan hataları kurumlara mal etmeden ekolün ürettiği değerlerin taşıyıcı rol-modeli olmak kolay değildir. Toptan süpürücü bir mantığın kurbanı olmuş günümüz insan modeli, bu rol modelliğe oldukça uzak ve aradaki farkı ayırt edemeyecek kadar toptancıdır. Hal böyle olunca biz istediğimiz kadar ‘yangın var!’ diye bağıralım, içimizdeki yangına bir kova su taşımadıkça havuzlarımız bile alev alacaktır.

Emek, peşin alınan tek sonuçtur. Fakat kurumsal bir kimliğe bürünmüş vakıf ve derneklerde verilen emek, sonucu pek de peşin alınan cinsten değildir. Çünkü sonuca gelmeden, hevesiniz kaçar, aşkınız  biter, işiniz çıkar kaçarsınız. Şöyle ki, üç beş arkadaş fikir üretip ortaya bir sonuç çıkarmak için var gücünüzle çalışırsınız, zamanınızdan, ailenizden, çocuğunuzdan verirsiniz, sonuç ya tek kişi kalmayla nihayet bulur, ya da kurumun bir tüzüğüne takılı kalır.

Bir gençlik hayalimiz vardır, duamız davamız, davamızın devletimiz olduğu bir hayaldir bu. Tüm sektörlerin gözüne kestirdiği bir numaralı alıcı olan gençlere karşı vakıf geleneğine ve vakıf insanlara sahip çıkmaz zorundayız. "Gençlik" adlı bu modern zaman 'kuzularını' maniple eden ve onları on yılda on beş milyon genç nidalarıyla gözüne kestiren güruhun, gençleri kafalayan sloganlarına karşılık ‘eksende insan, tavırda denge, tasarrufta ihtiyaç’ sloganlarını var gücümüzle hatırlamak zorundayız. Vakıflı veya vakıfsız fakat ‘vakıf insan’ olarak yola devam etmek, emeğin rabbine boynumuzun borcudur.

Peki, gençlik vakıflardan ne istiyor?

Farklılığı ayrıcalık değil ‘emanet’ bilen bir şuur, görünmek için değil olmak için çırpınan bir bilinç, bulunduğu STK içerisinde muhatabının şahsiyeti yok etmeden onu çözümün bir parçası yapacak bütünleştirici bir bakış, hep beraber hakikatin sahibi değil talibi olduğunun bilincinde olan bir irade, bulunduğu yapının kendisine verilmiş bir mülkiyet alanı değil, bir emanet yükü olduğunun şuurunda bir duruş, kendilerinden olmayana hayat hakkı tanımayanlara inat, yüreği ‘vakıf insan’ gibi hareket eden bir aklediş, bulunduğu yapıyı ha bire çoğaltma ve çoğalma tutkusundan Allah’a sığınan nitelikli bir duruş istiyor.

Eğer çocuklarımız, torunlarımız ve en önemlisi bizler, kendi havuzlarımıza koşar adım gelemiyorsak bunun vebali, içinde bulunan yapıyı temsil ettiğini iddia edenlerindir. Bu geriden duruşumuz, yük almaktan kaçındığımız için değildir. Yük olanların kendi yükünü dahi taşıyamadığını gördüğümüz içindir. Yük alanların yük almayanların yükünü taşımaktan bellerinin iki büklüm olduğunu gördüğümüz içindir. Yüke talip olanların aşk ve aidiyetlerinin öldürüldüğüne şahit olduğumuz içindir.  

Söyler misiniz? Vakıf insan olduğunu iddia edenler hayırda önde gidenlerin önlerinde değil de arkalarında dursa idi, gökyüzü daha mavi, muhabbetimiz daha kavi olmaz mıydı?

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Yazar: Hatice İslamoğlu Erdem
04-09-14
E mail: milatgazetesi.com
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
VAKIF İNSANLAR ÖLDÜ MÜ?
Online Kişi: 23
Bu Gün: 457 || Bu Ay: 9.061 || Toplam Ziyaretçi: 2.200.533 || Toplam Tıklanma: 51.935.711