HALEB'E DÖNÜŞ

Halep, 12 Aralık 2016'da Rus ve İran destekli Esed ordusu tarafından düşürülmüştü. Üzüntümüz hadsizdi. 30 Kasım 2024'te geri alındı.

ÂYET-İ KERÎME
Ey Peygamber! Dinlerine uymadıkça Yahudiler de Hrıstiyanlar da senden asla hoşnut olmayacaklardır.
Bakara, 120.
HADÎS-İ ŞERİF
Dünya tatlı ve caziptir. Allah sizi dünyada egemen kılacak ve nasıl davranacağınıza bakacaktır. Dünyadan ve kadınlardan sakının.
Müslim, Rikak, 99.
SÖZÜN ÖZÜ
"Her kim selefin bilmediği bir amel icad ederse, Peygamber'in risalete ihanet ettiğini iddia etmiş olur. Çünkü din tamamlanmıştır (Maide, 3) O gün din olmayan şey bugün de din değildir."
İmam Mâlik
Kategori : / MÜLÂKÂT
Okunma Sayısı: 21
Yazar: Mehmet Nezir Gül
Necdet Subaşı ile Babalar ve Çocuklar… “Babalarımızın gözünde bir ömür büyüyen biz değil çocukluğumuz!”

Necdet Subaşı ile Babalar ve Çocuklar… “Babalarımızın gözünde bir ömür büyüyen biz değil çocukluğumuz!”

Necdet Hocamızı tanıtmaya gerek yok. İlim erbabı, fikir ahbabı olanlar, ehli kalem ve ahvâl-i ictimaiye ile ahvâl-i siyasiyeyi takip edenler zaten tanır kendisini. Güçlü kalemi vardır. Etkili bir üslubu vardır. Analiz ve sentez, tahlil ve yorum, gözlem ve on ikiden isabet sayılacak çıkarımları, bizim şehadet edeceğimiz başka güzellikleri vardır…

Onun yanında yorulmaz, bıkmaz, usanmazsınız. Hep onu dinlemek istersiniz. İlginç yorumlarını, sözün nereden süzülüp hangi vadileri dolaşacağını merakla takip edersiniz. Geçmişle gelecek arasında bağ kurarsınız. Sıkılmaz, sarsıcı mesajlar alsanız da sizde ne bir din yorgunluğu ne de dünya iştiyakı oluşur.

Onunla Türk Aydınının Din Anlayışını, Öteki Türkiye’de Din ve Modernleşmeyi, Alevi Modernleşmesini, Gündelik Hayat ve Dinselliği, Kutsanmış Görüntüler eşliğinde çözümlersiniz. Ara Dönem Din Politikalarını kavramaya çalışır, Sınırları Yoklamak üzere Alevi Çalıştayları Nihai Raporu’nu inceler, Din Sosyolojisine Giriş ve Sosyoloji Günlükleri ile Dinî Sosyaliteler hakkında mütalaada bulunursunuz.

Necdet Hoca’ya Zamanın Behrinde, Yaz Dediler Ânı, Tedâvüldeki Kitaplar’ı, Kamusal Maneviyat’ı, Dışarıdaki Havalar’ı, o da yazdı. Gerisi Hikâye dedi. Söz Uçar Sızı Kalır ise de Biz Dışarıda Kalanlar, Adını Sonra Koyar ve Gelince Söylerim dediyse de Sorusunu Bulan Cevaplar’ı vermekten kaçınmadı. Mahir Zamanla Yakaza Halleri’nde Bir Güzel Yorulduk diyerek şifa veren Dilaltı ile Derdimiz’e Hayat bulmaya çalıştı Evrengiz -İçerideki Havalar-de. Mişa Kitabı ile biraz oyalandı, Karantina Sohbetleri ile hayata tutundu arkadaşlarıyla, Türkiye Okumaları yaparak Yaklaşınca Haber Verdi binbir çeşit ahvâli…

O bir sosyolog. Onda kırk ambar misali her derde deva olacak güzellikler, şifa iksirleri var. Ama daha çok okumuş yazmış kesimle, hatırı sayılır ölçüde akademisyenle aktif bir irtibat içerisinde. Bu da çok normal. Fildişi kulesi yok ama fikirlerini demlediği bir çilehanesi var.

Biz kendisini o çilehanede ziyaret ettik. Ve daha çok babalar ve çocuklar, babası ve çocukları üzerine konuştuk. Bakalım neler konuştuk…

Hocam tarih boyunca babalar ve çocukları, siyasette, ekonomide, mahalli yönetimlerde, dini yapılanmalarda, kültür, sanat ve zanaatta birbirlerine güç, imkân, yetki ve makam aktarırlar. Neredeyse her alanda, olumlu olumsuz pek çok örnek vardır. Örneğin Kur’an-ı Kerim’de Hz. İbrahim ve oğlu Hz. İsmail, Hz. Davut ve oğlu Hz. Süleyman anlatılır, olumlu örnek bağlamında. Hz. Nuh inkârcı oğlu ile Hz. Âdem ise katil ve maktul evlatları ile anılır. Uzatmayayım ve sorayım; babalar ve oğullar silsilesi, zinciri bize neler söyler, sosyolojik olarak durumu nasıl tahlil edersiniz?

Her şeyden önce akla ilk gelen, kalıcı bir devamlılık. Söz konusu olan hikayelerin birbirine tutunması, aktarım ve aidiyet duygusu. Özellikle büyüme çağında, kendimiz oluncaya kadar pek çok şeyi ailemizden öğreniriz. Kalıp düşünceler, tutumlar, yargılar, aile içi müfredat ve dünya görüşü gibi temel bazı yaklaşımların oluşmasında anne ve babaların rolü çok büyük. Mesela dünya değişse bile, babaların çocukları için vazgeçilmez rol model olma gerçeği değişmiyor. Evlatları için babaları kadar uzunca bir süre eşsiz bir temsil gücüne sahip başka kim olabilir? Bir insanın kişilik gelişimi, yön belirlemesi, duruş sergilemesi ve tavır edinmesi gibi konularda babanın yeri tartışmasız bir şekilde önemli ve belirleyici. Bunu hepimiz biliyoruz. Geleneklerin, geçmişin, hafızanın ve zihniyet kalıplarının yeni kuşaklara aktarılmasında babalar her zaman başrolde. Kişiliğimize dair yapılan sorgulamalarda, başkalarının bizi öncelikle ailemiz üzerinden değerlendirmesi hiç de boşuna değil. Aslında ailemiz, çevremiz, eğitim sistemi, okullar, mahalle ve akrabalar, dünyamızı katman katman inşa eden en önemli unsurları oluşturuyor. Babalar kurucu birer figür olarak, yaşadıkları sürece bizi izleyen, değerlendiren ve bir nevi “gölge otorite” olarak hayatımızdan hiç çıkmayan kişiler. Onların sevgi ve şefkatle bizi koruyup kollayan varlığı, hayatımızı bir bütün olarak donatan vazgeçilmez bir unsur. Bundan fazlasıyla haberdarız. Çünkü yaşıyoruz.

Günümüzde “evlat insanı aziz de eder, rezil de eder.” diye bir söz var. Bu yönüyle evladın aziz olması ve aziz kılması nasıl mümkündür, bunun için neler önerirsiniz?

Allah korusun, Allah saklasın. Bu, telafisi zor bir durum ve böyle anlarda insan ne yapacağını, nereye sığınacağını bilemez. ‘Allah evlatlarımız yüzünden bizleri, bizim yüzümüzden de onları mahcup etmesin’ duası, bu yüzden çok önemli ve değerli. Babaların attığı hemen her adımda çocuklarının geleceğini düşünüp düşünmediğinden yana bir soruya ihtiyaç duymadım, çünkü yok, çünkü ben de bir babayım. Ancak, yaptıklarımızın ve biriktirdiklerimizin çocuklarımıza olumlu ya da olumsuz bir miras bıraktığı kesindir. Şerefle tamamlanmış bir hayat, çocuklar için emsalsiz bir mirastır. Bunun tersi de geçerlidir. O da bütün değersizliğiyle bir yük olarak taşınır. Babam hâlâ yaşıyor, Allah ona hayırlı ömürler versin. Artvin Şavşatlıyım ve memlekete gittiğimde babamla ilgili hâlâ öyle güzel şeyler duyuyorum ki artık onunla işi olmayan insanlar bile kendisinden saygıyla ve övgüyle bahsediyor. Bu durumun benim ve ailem için ne kadar gurur verici olduğunu anlatmaya kelimeler yetmez. Aynı şekilde, evlatların onurlu, tutarlı ve başarılı yaşamları da babaların ömrüne ömür katar. Açıkçası, hayatım boyunca babamdan yana hep mutlu oldum. Onun bize kazandırdığı değerler, beklenmedik anlarda bile ona minnet duymamızı gerektiren kazanımlarla bizi her zaman onurlandırdı.

Günümüzde baba evlat ilişkisinde yaşananları nasıl görüyorsunuz? Aileyi sürdürmede alarm veriyoruz, doğurganlıkta da hakeza. Bunlarla birlikte baba çocuk ilişkisindeki o sıcaklık, artık mazide mi kaldı, kalacak?

Genel olarak birçok şeyin kötüye gittiğine dair bir kanı var, bu neredeyse bir klişe hâline geldi. Ancak durumun tam olarak böyle olduğundan emin değilim. İş hayatı, çalışma koşulları ve geleneksel dünyaya karşı mesafe ve yabancılaşma gibi nedenlerle başka hiçbir zaman yaşamadığımız muhataralı ve sorunlu bir dönemden geçtiğimiz malum. Bu süreçte, ebeveyn-çocuk ilişkilerinin de haklı olarak yolunda gitmediğini gözlemliyorum. Ancak bu durumu abartmak ne kadar doğru? Aradığımız şey, babanın her şeyinin tartışmasız bir şekilde devam ettirilmesi mi?  Oysa kusursuz bir aile beklentisi başlı başına bir sorun. Önemli olan, temel değerlere odaklanmak. Esneklik ve sürdürülebilirliğe imkân sağlayan, ana akışı bozmayan, onarılabilir ve küçük sorunları da kabullenmek gerekir. Bazı insanlar ise bunun çok daha fazlasını talep ediyor. Böyle durumlarda ortaya çıkan gerilim, geri dönülemez sorunlara yol açabiliyor.

Babanız bir öğretmen. Bir öğretmen çocuğu olmanın, yetişmenizde nasıl bir etkisi, avantajı oldu? Biraz ayrıcalıklı bir durum, değil mi?

Doğrusu, bu konuda kendimi pek şanslı hatta oldukça nasipkâr görüyorum. Babam, Cumhuriyet’in erken dönem öğretmenlerinden ve Cilavuz Köy Enstitüsü mezunu. Kişiliğinde, başlangıçta İslam ile Kemalizm arasında belli belirsiz bir şekilde birbiriyle kesişen muğlak bir idealizm vardı, ancak daha sonra istikametini bütün bedeniyle ve ruhuyla İslam’a çevirdi. Şahidiz ki bir daha da hiçbir şekilde bozmadı. Bu güzel değişimine tanık olmak bizim için büyük bir mutluluktu. Öğretmen çocuğu olmak genellikle okuma alışkanlığı, taşrada yapay bir soyluluk bilinci ve hafif bir ayrıcalıkla büyümek anlamına gelir. Bunları ben de hissettim. Çocukluğum, Doğu Karadeniz’in ücra bir köyünde, diğer çocukların sahip olmadığı bir farkındalık içinde geçti. Babamın sunduğu imkânlar sayesinde yaşıtlarımdan bir adım önde olduğumdan eminim. Ancak babam, bu tür ayrıcalıklardan asla hoşlanmazdı. İster istemez beni bulan bir fark hissetmeme rağmen, beni diğer arkadaşlarımdan ayıracak herhangi bir şeye yanaşsam bunu asla kabul etmezdi. O dönemi bilmeyenler bunu anlamakta zorlanabilir. Babamın bana yansıttığı kişilik, başkalarıyla aynı şartları paylaşmamı ve zorluklara onlarla birlikte katlanmayı öngörüyordu. Elbette, bir baba ne kadar idealist olursa olsun, evlatları özeldir ve onlara kendi özünü aktarma enerjisi yadırganamaz. Babamın, büyük bir ciddiyetle sürdürdüğü bu disiplinine hayrandım. Otorite ile disiplini karıştırmadan, ikisini de bir çocuğun gelişimi için destek olacak şekilde kullanmasına defalarca şahit oldum. Hiç de belirgin olmayan bu nüfuz alanının tüm çocukluğumu nasıl sardığını hâlâ merak ederim. Evlatlar büyüdükçe, babalarıyla şaşırtıcı bir şekilde özdeşleşen deneyimler yaşarlar. Babalarının gözünde giderek daha fazla büyüdüklerine tanık olanlar çoktur; ancak büyüyenin çocukluğumuz olduğundan adım gibi eminim. Şükürler olsun ki, babamın ölçülü ve kararlı himayesi sayesinde, hayat boyu taşıyacağımız ne bir kalıtsal kederimiz ne de bir travmalarımız oldu.

Tedavüldeki Kitaplar adlı eserinizde “Babamın Namazı” başlıklı bir bölüm var. Orada özellikle bir cümle dikkat çekici: “Beni namaz kurtardı, yoksa haraptım.” Ve bir tespit: “Babamın hayatı, hep namazdan ibaretti.” Babanız size neler öğretti dersem aklınıza ilk neler gelir?

Babamın yetişme dönemi, ülkenin en hassas zamanlarına denk geliyor. Bu, ‘epistemolojik bir kopuş’ ve büyük bir değişim ve dönüşüm dönemiydi. Köy Enstitülerinin ideolojik yönleri tartışılsa da hem öğrencilere hem de köylere kattığı şeyler yadsınamaz. Bu okullarla, ‘makbul vatandaş’ olarak tanımlanan yeni bir insan modeli üzerinde çalışılıyordu. Bu, rejimin geleceğini güvence altına almayı amaçlayan anlaşılır bir adımdı. Babamın, o dönemde dinî kişiliğini nasıl koruduğunu çok sorguladım. Ona bu soruyu sorduğumda her zaman aynı cevabı alırdım: ‘Beni kurtaranlardan biri namaz, diğeri de Mesnevi’ydi.’ Kitaplarımda da yazdığım gibi, yaşadıklarımız gerçekten sıra dışıydı. O dönemde köydeki öğretmenlerin neredeyse tamamının dinle görülmemiş bir hesabı, giderek derinleşen bir sorunu vardı. Yıllar sonra bu durumu analiz etmeye çalıştığımda, onların ne düşündüğünü anlamakta bir hayli zorlandığımı hatırlıyorum. Ancak babam, küçük bir köy çocuğu olarak namaza erken yaşta başlamış ve enstitüde de bu alışkanlığından vazgeçmemişti. Bazen öğrencilerime de ‘Namaz, her türlü fuhşiyattan korur’ diye hatırlatırım. Çocukluğumda babamdan aklımda üç temel şey kaldı: Namaz kılarkenki silüeti, Kur’an surelerini ezberleme çabası ve dur durak bilmeyen okuma tutkusu. Köy okulunun kütüphanesi ve evimizdeki mütevazı ceviz dolaptaki kitaplar, babamın okuma listesini oluşturuyordu.

Babanızın sizde iz bırakan, hiç unutmadığınız ve herkese ibret veya esef veya sevinçle anlatacağınız neler var hocam?

Babamın benim üzerimdeki etkisi çok büyüktür. Ortak ideallerimiz, zamanla aramızdaki baba oğul ilişkilerini aşarak alışılmadık bir dostluğa yol açmıştır. Hayattaki en güzel şeylerden biri, heyecanla öğrendiğiniz yeni bilgileri babanızla paylaşmaktı. Biliyorum, ne kadar büyürsek büyüyelim, babaların gözünde biz hep çocuk kalacaktık; anneler içinse bu daha da geçerlidir. Ben, her zaman korunan bir çocukluğa sahip olduğum için çok mutluyum. Ergenlikteki huzursuzluklar sırasında babamdan sert tepkiler almadım. Eğer siyasi görüşlerimden dolayı sert bir karşılık yaşasaydım sonuçlar çok farklı olabilirdi. Babam, sakin ve düşünceli biri olarak bizi her zaman daha makul bir seviyeye çekmeye çalışma telaşını yaşadı. Bize yaptığı en büyük iyilik, memlekette artan siyasi ve kültürel kargaşayı önceden hissedip bizi oradan uzaklaştırmasıydı. Konya’ya gelme konusundaki ısrarının ne kadar değerli olduğunu, şimdi çocuklarını büyütmüş bir baba olarak daha iyi anlıyorum. Babamın tek amacı, hangi alanda olursak olalım hem o alanın mütehassısı hem de iyi birer mümin olmamızdı. Umarım ona layık evlatlar olabilmişizdir.

Babanızın öğretmenlik döneminde yaşanan ilginç durumlar oldu mu?

Daha önce de belirttiğim gibi babam dindar bir öğretmendi. Dillere destan bir Müslümanlığı vardı, etrafta hala konuşulur. Çocukluğumun geçtiği yıllarda, ülkede siyasi hareketlilik ve çatışma ortamı yoğundu. Sağ ve sol görüşlü öğretmenler meydanlara çoktan inmişti ve durum giderek iyice kötüleşiyordu. Babam, ana akım siyasi akımlarla doğrudan bağlantılı olmasa da kendi okumalarıyla kristalize olan dini görüşlerini zamanla daha da netleştirerek bunu kamusal alana taşımaya çalışıyordu. Bu, eski dinî anlayışını yeni sosyal hayata uyarlamak için zorlu bir adımdı. Sol ve sosyalist öğretmenler arasında, kişiliğiyle saygınlık kazanan babam için, o dönemde asla taviz verilmemesi gereken tek şey sıradanlaşma tehlikesi yaşayan inanç ve değerleriydi. Babam, çalıştığı köy halkı tarafından her zaman korunup kollanan biriydi. Ham bir ateizm, kaba bir komünizm ve radikal çatışma ortamı, babam gibi insanları hızla hedef hâline getiriyordu. Ancak yeni gelen anarşist dalga, kimseyi dinlemiyordu.

Bu bağlamda baba hakkı deyince neler anlamamız gerek?

Sanırım ‘baba hakkı’ kavramı sadece bize özgü ve içeriğini İslam belirler. Bu, gelenekten ziyade, babamıza karşı dini ve ahlaki bir sorumluluktur. Baba hakkı, babanın evladın gözünde hep doğru ve haklı bir yerde durduğunu ima eder. Ancak günümüzde, her insanı dönüştüren ağır bir sosyoloji de var. Koşullar ne olursa olsun, ‘baba babadır, evlat da evlattır.’ Bana göre, baba hakkı da artık yeniden tanımlanıyor. Baba, sosyolojinin merkezi konularından biri hâline çoktan gelmiş durumda. Dedelerin hayatımızdaki yerlerini kaybettiği biliniyor. Sanırım bu gidişle babalar da benzer bir kaderi paylaşma riskiyle karşı karşıya kalabilir. Bize düşen, ‘baba’ya saygı göstermek, ona değer vermek, biriktirdiği onur ve şerefi korumak, onu her durumda baba olarak görmek ve ona gereken muameleyi esirgememektir. Allah onların gölgelerini başımızdan eksik etmesin. Modern dünyanın dönüştürücü gücü, ‘babalık’ rolünü yeniden inşa ediyor ve konumunu daraltırken de hiçbir sınır tanımıyor.

Baba duası almanın yolları nelerdir?

Bana göre baba duası, dünyanın en güzel dualarından biri. Onların bizi dualarıyla koruması, bizim en büyük gücümüzdür. Ondandır dualarına her zaman ihtiyacımız var. Biliyoruz ki, hak etmesek bile anne ve babalarımız bizi duasız bırakmaz. Onların dualarını üzerimde hissettiğimde kendimi kanat takmış, kanatlanmış gibi hissederim. Hayatım boyunca, ancak dualarla üstesinden gelebildiğim pek çok şey yaşadım ve bunların arkasında anne ve babamın duaları vardı. Annem vefat edeli uzun zaman oldu ve yokluğunun bende bıraktığı boşluğu kimse asla anlayamaz. Babaların yokluğunun ise tarifsiz bir keder ve evsizlik hissi yarattığı söylenir. Rabbim bizi böyle acılarla sınamasın. Dua almanın yolu kitaplarda da yazdığı gibi, onları memnun etmek, saygı ve sevgide kusur etmemek, kimseye muhtaç bırakmamaktır. Bunu yaparken yapay ve ruhsuz bir tutum yerine, onların bize verdikleri yoğun sevgiyle karşılık vermek gerekir. Dua, belki bundan daha fazlasını gerektirir ama babalar asla dualarını esirgemez.

Modern zamanlarda hayırlı evlat olmanın şartları nelerdir hocam? Bu tabir ve içeriği, çağdan çağa değişir mi?

Bu soruyu cevaplamak oldukça zor. Her şeyin göreceli olduğu bu çağda, babayı mutlu etmenin de modern ve endüstriyel kalıplarla gerçekleştiği bir tüketim kültürüne zorlanıyoruz. Bu kalıpları yıkmak ve klişe hediyeler yerine babamızın yanına gidip onu dinlemek gerekir. Sevgili kardeşim Mümtaz ve eşi babamla ilgileniyor ve onun her isteğini yerine getiriyorlar. Bu güzel evlatlıkları sayesinde babamın tüm dualarını alıyorlar. Babamı ziyaret ettiğimde yaptığım ilk şey, yanına oturup onu dinlemektir. Dede olmanın getirdiği farklı bir duyguyla, babaların çocuklarının sevgisine ve ilgisine ne kadar çok ihtiyaç duyduklarını her geçen gün daha iyi anlıyorum. Daha önce de söylediğim gibi, babaları her durumda memnun etmek, asla ihmal etmemek ve sevgiyi gösterişli törenlerle kirletmeden her zaman en üstte tutmak önemlidir.

Kendinizi hayırlı bir evlat, kıymet bilir bir baba olarak görür müsünüz? Bu konuda kesin ve keskin sınırlar var mıdır? Yoksa her baba ve evlat için değişkenlik mi gösterir…

Sanırım bilerek ve isteyerek anneme ve babama karşı saygısızlık yapmadım. Ancak onların hayallerini ne kadar gerçekleştirebildiğimi ya da istedikleri gibi bir evlat olup olmadığımı bilmiyorum. Yaşım ilerlemiş olsa da hayatımın hiçbir aşamasında annem ve babamı dışarıda bırakmadım. Bu durum beni teselli ediyor. Çevremde mutlu aileler görsem de çocuklarından şikayetçi ve üzgün insanlara da rastlıyorum. Çocukluğunu güvenli bir ortamda tamamlayamayan ailelerde, ileriki yaşlarda sürekli bir gerilim ve çatışma oluyor. Hayatın da bir pedagojisi var; ne ekersen onu biçersin. Bana öyle geliyor ki, kişi kendi güvendiği zemininden koptuğunda, ne babasını ne de evlatlarını görebiliyor.

Konuştuğum her babaya, evlada soruyorum, size de sorayım. Ama ben sormadan önce “Gelince Söylerim” kitabınızda aslında bu sorunun cevabı var. Okuyucularımız için sormuş olayım: Babası hayatta olanlara neler tavsiye edersiniz? Geç kalmamak için neler önerirsiniz?

Sürekli bir vefadan daha fazlası, sürekli ilgi göstermektir. Eğer uzaktaysa ziyaret etmek ve dualarını almak, yakındaysa her zaman öncelik vermek gerekir. Saygının ve sevginin kuralları yoktur. 1970’lerin başında vefat eden babaannem, ölümünden kısa süre önce canı bir meyve istemişti. Kışın ortasında o meyveyi bulmak çok zordu. Amcamın, karlı bir gecede o meyveyi bulduğunu ve babaannemden bol bol dua aldığını hatırlıyorum. Hepimizin dualarla ayakta durduğunu söylemeye gerek var mı?

Şimdi buradan sizin evladınıza, Ebuzer’e geçmek istiyorum ama nasıl yapacağım bilemiyorum. Evladınızı 19 yaşındayken, yıllar önce ebediyete uğurladınız. Bunun acısı tarif edilemez. Bir babanın evladını kaybetmesi, hayatı nasıl anlamlandırıyor veya hayata bakışı, yaşamı nasıl etkiliyor?

Evet, Ebuzer 2006 yılında vefat etti. Adını babam koymuştu, Ebu Zer el-Gıfari gibi olsun diye.  ‘Yokluğuna alışmak bizim için zordu’ demek çok yetersiz bir ifade. Allah rahmet eylesin. İyi bir evlat ve sağlam bir gençti. Derler ki, ‘Güzel insanlar az yaşar ve bir gencin ölümü gibi ölüm yoktur.’ Hadsizlik etmek istemem ama sanırım Rabbimiz onun daha fazla yaşamasına razı olmadı. Bu, çok sarsıcı ve kabul edilmesi zor bir imtihan. Ailede yarattığı sarsıntı kelimelerle ifade edilemez. Ben ve eşim Ayla, çocuklarım Elif, Esra ve Ali bu onulmaz acıyı farklı boyutlarda yaşadılar. Babamların nasıl perişan olduklarını, kayınpederimin ve rahmetli kayınvalidemin hayata nasıl da küstüklerini anlatmak çok açıklayıcı olabilir. Bu gibi durumlarda inancın, duanın ve ailenin ne kadar da koruyucu bir kalkan olduğunu birlikte yaşayarak anladık. İnsan, her durumda bir şeyler öğreniyor. En güzeli, hayatın peşine düşmeye değmeyecek kadar boş ve anlamsız olduğunu anlamaktır. İnsan olarak, öğrendiklerimizi kolayca unutabiliyoruz. Ebuzer’in yokluğunda bazen sadece susmayı ve dua etmeyi bazen de onu birlikte yaşadığımız neşe dolu günlerle yad etmeyi daha doğru buluyoruz. Biz ondan razıyız, Allah da razı olsun.

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.

Teşekkür ederim…

Yazar: Mehmet Nezir Gül
10-09-25
E mail: insaniyet.net
 
 
Yorumlar: 0
Bu yazı için henüz yorum yapılmamıştır.
Necdet Subaşı ile Babalar ve Çocuklar… “Babalarımızın gözünde bir ömür büyüyen biz değil çocukluğumuz!”
Online Kişi: 36
Bu Gün: 963 || Bu Ay: 3.802 || Toplam Ziyaretçi: 2.519.672 || Toplam Tıklanma: 56.289.091