Yani 40 bin savaşçısıyla, Kassam Tugaylarıyla Hamas’ın. Herkes bir şekilde imtihan oldu bu süreçte. İslam dünyası da aslında kendi haysiyetine yönelmiş olan bu saldırılar karşısında hiçbir şey yapmadı, yapamadı. Aksa Tufanı’nın en önemli artçı etkilerinden biri doğal olarak İslam Dünyasının keyfiyeti üzerine yoğun bir tartışmayı, farkındalığı ve bahisleri açmış olması. Müslümanlar birlik olsalar Gazze’ye veya dünyanın herhangi bir yerinde Müslümanlara yönelik böyle bir olay bu kadar kolay yaşanabilir mi? Dünya buna bu kadar rahat sessiz ve seyirci kalır mı?
BİRLİK OLAMADIKTAN SONRA MÜSLÜMANLARIN SAYISI 2 MİLYAR DEĞİL 20 MİLYAR OLSA BİR KIYMET İFADE ETMEZ
Şimdi bütün İslam dünyasında siyasi bilinç bu soru ve gerçek etrafında dönmek durumunda. Bu bir arayışı harekete geçirmeli, geçiriyor. Konya’da 28 Şubat günlerinde kendilerini darbe sürecine maruz hisseden Müslüman sivil toplum kuruluşları bu durumu kendi aralarında birleşmek ve bu fitneye karşı beraber varlık ortaya koymak için bir vesile kıldılar.
KONYA STK’LARININ UFUK TURLARI
O gün bugün Konya’da bu vesileye binaen Müslümanların gündemindeki her olay karşısında bir ufuk turu yapıyorlar. Bunu aylık olarak yaptıkları gibi, toplamda yıllık bir kongre şeklinde de yapıyorlar. İlk turlarda acizane elimden gelen katkıları vermeye çalışmıştım. Zamanla bu turlar Konya ile sınırlı kalmadı, bütün Türkiye’ye açıldı, hatta yurt dışında da gerçekleşti. Bugünlerde Kızılcahamam’da tam da Gazze karşısında İslam Dünyasının hali pür melalini ele almak ve tabii ki buna karşı ortaya konulacak siyaset ve çözüm yollarını tartışmak üzere “İttihad-ı İslam ve Türkiye’nin Geleceği” başlığı altında bir ufuk turu gerçekleşiyor.
Esasen Hilafetin ilgası da tarih boyunca onun yerini alacak bir dizi tedbiri harekete geçirmiştir. Müslümanlar Hilafetin ilgasıyla başsız kalmış olsalar da bütün Müslümanların siyasi birliğini temsil eden bir bünye, bir beden, vücut arayışı tam da bu ortamda daha da fazla hissedilmiştir. Bu çerçevede 1928 yılında yani tam Hilafetin ilgasından 4 yıl sonra Mısır’da o zaman 22 yaşındaki Hasan el-Benna ve 6 arkadaşının kurduğu Müslüman Kardeşler teşkilatı kısa bir süre içerisinde uluslararasılaşmış ve adeta Müslüman devletlerin birliğini temin edememişse de Müslüman halklar arasındaki bir dini, duygusal kanalı işler hale getirmişlerdir.
Hareketin kısa süre içinde yakaladığı bu ivme büyük ölçüde Hilafetin yok oluşunun oluşturduğu boşluktan doğan talebe cevap olma kapasitesinden ileri gelmiştir. Aynı şekilde Hint alt kıtasında Cemaat-i İslami de aynı misyonla benzer bir kapasite yakalamıştır.
İslam Birliği veya hilafet tartışmalarında genellikle karşımıza çıkarılan en önemli konulardan biri, Hilafetin dini olmaktan ziyade siyasi bir kurum olduğu ve bunun da tarih boyunca uğradığı siyasi tahrifler. Bundan yola çıkarak Müslümanlar için hilafetin zorunlu olmadığı sonucuna çok kolay varanlar genellikle Müslümanların değerlerine, inançlarına ve duygusal iklimlerine uzak olan insanlar. Bir Müslüman asla bu mülahazalarla hilafetin veya Müslümanların birliğini temsil eden bir siyasi varlığın lüzumsuzluğu sonucuna varmaz, varamaz. Fatiha suresini namazlarımızda yalnız başımıza okuduğumuzda bile Allah’a “ben” olarak değil, “biz” olarak sesleniriz. Bu “biz” daha itikat ve ibadet düzeyinde bile Müslüman birliğinin zorunluluğuna işaret eder.
İkinci tez, kaldırılmadan önce Hilafetin zaten bir etkisinin kalmamış olduğuna dair örnekler anlatır bolca. Mesela Hilafete bağlı olması gereken Hindistan’dan Osmanlı ile savaşmaya getirilen Müslüman Hint askerleri veya cihad fetvası yayınladığı halde Halifeyi dinlemek yerine hain Arap liderlerini dinleyen bazı Arapların örneği.
Tabi bu örnekler, çok daha fazla olan tam tersi örneklerden dikkatleri ustaca kaçırır. Mesela İngiliz ordusundaki Hint askerlerinin cepheye şuursuzca köle yığınları gibi sürülmüş olduğu, birçoğunun farkına vardığı anda tam tersi Osmanlı’ya sadakat örnekleri sergilemiş oldukları. Ayrıca ortada bazı Arapların ihaneti olsa da Osmanlı’nın yıkılışında ve mağlubiyetinde etkili faktör olarak bu ihanetin, bazı Osmanlı subaylarının hataları ve ihanetleri karşısında sonuçtaki etkisinin solda sıfır kaldığı gerçeği. Esasen Arap ihaneti söylemi tam da bu asıl ihaneti, rezaleti veya hezimeti gizlemek üzere sürekli öne sürülen bir bahaneden başka bir şey değil. O kadar ki, bunu deştiğiniz zaman bütün bir tarihi yeniden yazmak durumunda kalırsınız.
Kurtuluş Savaşının finansmanında çok önemli bir yeri olan Hint Müslümanlarından gelen paralar Hilafet hatırına geliyordu. Bu paraları Hilal-i Ahmer adına bir heyetle birlikte toplayıp getirmek üzere Hindistan’a giden Antalya meb'usu Hoca Rasih, Hilafetin ilgasından kısa bir süre sonra döndüğünde şöyle yakınmıştır: “Bize Hindistan'da çok hürmet ediyorlardı. Mühim para toplanıyordu. Hilafetin ilgası telgrafı gelince Hindistanlılar perişan oldular. Çok keder ettiler, bize de hakaret ettiler. Çaremiz kalmadı, kaçıp geldik.”
Kızılcahamam’daki Ufuk Turu 4 gün sürüyor. İlk günün açılış panelinde “Halifesizlik: Müslümanların En Uzun Yüzyılı” diyerek bir tarih denemesi yaptık. Halifesizlik bir eksizlik tabii, bir anormal durum ve bugünkü Müslümanların varoluş tarzını geçmişteki 1300 yıllık dönemden ayırt eden çok özgül şartları işaret ediyor.
HALİFESİZLİĞİN TELAFİSİ NEDİR?
Bunun telafisi yeni bir halife tayini mi? Faruk Karaaslan’ın yönettiği oturumun diğer iki konuşmacısı Kudret Bülbül ve Vahdettin Işık’la birlikte bugünkü şartlarda bir Müslüman Birliğini tesis etmenin imkan ve şeraitini ele aldık. Köprünün altından çok sular geçmiştir elbet. Bambaşka ahvaldeyiz, belki bu saatte bir halife değilse bile Müslümanların zaten varolan ve Allah’ın yerleştirdiği şiarlarla (namaz, oruç, hac, zekat, tevhid, Kur’an, Kudüs, Filistin, Gazze) çakılı olan dini ve duygusal birliği siyasi bir birliğe doğru geliştirecek farklı sosyolojik ve siyasi imkanları aramak lazım. 7 Ekim o imkanlar için yeni bir ufuk açmış, motivasyon oluşturmuş ve bunun zorunluluğunu hissettirmiştir.
Biz platformdaki koltuklarda tam da bu imkanları yoklamak üzere konuşmalarımızı yaptığımız esnada karşımızdaki salonun balkonunu boydan boya kaplayan şöyle bir yazıya takılıyordu sürekli gözümüz:
“Geçmişte Bir İhtişam Olan İttihad-ı İslam, Gelecekte ise Bir Zorunluluktur”